Ben Film Gördüm
Ben bugün film gördüm. Yıllardır etrafta bahsi geçen, o hayatları değiştiren filmlerden birini gördüm. Hani şu sizin, onun, bunun hayatını değiştiren, hiç unutulmayan, hiç unutmadığınız filmlerden biri işte: Fight Club.
Herkesin bahsettiği filmleri izlemeyi başaramıyorum işte. Çenenizi tutmayı başarabilirseniz daha bir keyifle seyredebilirim. Bir filmi seyretmek için sadece bir sebebim olmalı, yeterli. Bak şu da oynuyormuş, bu da oynuyormuş, yapımcısı şuymuş denmesine gerek yok. Güvendiğim bir işaret yahut işaretçinin budur demesi yeterli. Bundandır ki öncesinde neymiş bu diye araştırmam, hiç bir şey okumamaya gayret ederim. Seçiminize göre bakir yahut bakire bir zihinle karşılarım perdeden aktarılacakları. Böylece havsalamın beklemediği şeyler onu zorlar. Bu aldığım keyfi katlar değil mi? Ne de olsa tecavüz kaçınılmaz olduğunda ne yapılması gerektiğini artık herkes biliyor. Bu durumda etrafta hiç bir travmatik vaka olmamalı. Ama bir sürü var. Çünkü bilmek her şeye yetmiyor.
Bu film yani şu dövüş klübü zımbırtısı çıktığında olanlardan haberim bile yoktu. O sıralar ben kaçırmakla meşguldüm, pek çok şeyi kaçırıyordum işte. Doğrusu ya çok şey kaçırdığım söylenemez. Bu durumda asıl önemli olan sizin kaçırdıklarınız oluyor.
Neyse, o zamanlar daha msn filan ortada yoktu, kişisel iletimize afilli bir replik düşürmüyorduk. Bildiğimiz bir irc vardı, bir de eski dost icq. Hala özlerim sesini, bir telefonun mesaj sesinde duyunca içim titrer. Öylesi bir bağ vardı aramızda, ölesiye.
Bütün çet kanallarının mutlaka bir Marla'sı, bir Tyler'ı vardı. Anlamazdım o zamanlarda. Bu millete ne olmuş, kimyasal silahla beyinleri uyuşturulmuş gibi bir şeyler yapıyorlar. Önemli olduğu yüz ifadelerinden anlaşılan laflar filan ediyorlar. O zamandan bu yana çok değişmedim, şimdiki gibiydim ama biraz farkla, daha az... Hmm... Daha az `ne´ bilemedim, daha az ne olduğunu sonra düşüneceğim.
Üstelik bu kulüpten bahsetmek yasak olduğu için hiç kimse çıkıp da kahrolası bir Hollywood filmi seyrettiklerini söylemiyor. İşte benim nefis dondurmalı baklavaya ödediğim parayı sinemaya ödemişler. Gerçi o dondurmalı baklava yüzünden bir hafta hasta yattım ama bence değerdi. Ayrıca yukarda geçen kahrolası kelimesi aslında bir çeviri, İngilizcesinin ne olduğunu da artık herkes biliyormuş. Hani bilmiyorsanız ne çok şey kaçırdığınızı farkedin, şöyle bir aydınlanma yaşayın diye söylüyorum.
Aklıma gelmişken gidip imdb.com'da filme bir de oy verdim. 10 üzerinden 7. Fazla bile.
Yıllar böyle geçti. Ne zaman sinemadan ve insanları derinden etkileyen filmlerden bahsedilse mutlaka birisi de çıkıp bu filmden bahsediyor. Neden bilmiyorum üniversite kantinleri ne kadar kültürlü, ne kadar anarşist ve dahi ne kadar zeki olduğunu ispatlamaya çalışan gençlerle doludur ya hani, bu filmden bahsedip ezberlerinden bir kuot okuyorlar. Bu filmden haberi olmayanlar yan gözle süzülüyor filan.
Ben de akıllıyım tabi, biliyormuş gibi davranıyorum. Aslında ben daha henüz Requiem For A Dream'i filan da bilmiyorum ve sonrasında 8 dakikalık tecavüz sahnesiyle insanları sarsacak Irréversible'ı da bilmeyeceğim. Kimse çaktırmıyor ama filmi seyreden tüm erkeklerin Monica Belucci diyince gözleri parlıyor. Taş gibi hatun ne de olsa, di mi? Dur şuraya bir de fotoğrafını koyalım, hoş durur.
Bu sarsıcı film, sarsıcı kitap furyası devam ediyor durmaksızın, kim durdurabilir ki? Bir kitap okuyorlar hayatları değişiyor, sabah başka bir insan olarak uyanıyorlar. Her şey süfer. İşin ilginç yanı tüm bu insanlar, Japon inşaat mühendislerinin elinden çıkmış gibi sağlamlar. Sarsılıyorlar ama hiç yıkılmıyorlar. Eskiden televizyonlarda gösterirlerdi: Vay be adamlar yapmış! Deprem olur, bina bir o yana, bir bu yana sallanır, çekmeceler açılır kapanır. Sonra deprem bitince tek yapman gereken etrafı toplamaktır.
Hah, işte bu Japon mamülü insanlar da aynı o binalar gibi. Namusum ve şerefim üzerine and içerim ki çok sağlamlar. Sarsıcı film yahut kitap geliyor, şöyle sıkı sıkıya sallıyor, etraf biraz dağılıyor. Sahiden ertesi sabah başka bir insan olarak uyanılıyor. Yapılması gereken ilk şey yapılıyor: Etraf toplanıyor, Queen'e selam gönderip, gösteri devam ediyor arkadaşlar deniyor. İşte hepsi bu kadar. Zor değil, di mi?
Ne anlatıyordum? Ben bugün film seyrettim evet. Hayat değiştiren filmlerden. Makus talihimin yepyeni bir cilvesi olsa gerek hayatım değişmedi. Şehrin ışıkları bile değişmedi, sen ne diyorsun?
Bir de filmin yarısından sonra iki değil sadece bir başrol oyuncusu olduğunu öğreniyoruz. Çünkü adam şizofren! Bu da başka bir güzellik. Seviyorum ben bu insanları yahu.
Bak şimdi söyleyeceklerimi gaipten gelen ulu bir ses söylüyormuş gibi yaz kafana: Bir hikaye anlatıyorsan mutlaka çok kişilikli bir karakterin olsun, böyle hangisi kim net olmasın filan. Artık anlattığın mecra her neyse, o şeyin çok satmasını böylece garanti altına alırsın. Velev ki kitap, velev ki film, fark yapmaz. Bir şeyler yazarken velev ki dedim, bu da ayrıca güzel.
Bende bir ben var benden içerü diyip diyip Yunus'un ruhunu şâd eden insan evlatları o içlerindeki kendileriyle pek görüşmediklerinden olsa gerek, bunun bir şekilde aksettirilmesini severler. Kan sıçratmak gibi düşün, bir yerlere sıçramalı bu. Beyaz bir yatak çarşafı filan olursa daha iyi olur, kırmızıyı parlak bir şekilde gösterir. Saten mesela?
Kendiyle görüşmeyen insanlar böyle işte kendini döven bir adamı görünce nasıl mest olurlar, nasıl itminana ererler makara döndükçe bilemezsin. Makara durunca? Onu söylemiştim, unuttun mu, gösteri devam ediyor diyeceksin. İtminan kelimesini çok seviyorum, bu da kayıtlara geçirilsin.
Bu kendiyle görüşme ve dahi şizofrenik karakterlerin perdeye yansıtılması meselesini öyle hemen geçemeyiz, çok mühim. Ne kadar mühim olabilir ki deme lütfen, gücenirim bak. Eğer ünlü bir şizofrenin hayatını film yaparsan, sinema sanatı adına çok şey ortaya koymadan Oscar heykelciğini kucaklayabilirsin. Hmm, o kadar büyük olmadığına göre avuçlamakla yetinmek gerek sanırım.
Tüm bu anlattıklarımın aslında bir tür zihinsel boşalma olduğunun ben de farkındayım. Biliyorum, hiç kimseye bir faydası olmayacak. Olsun diye yapmadım zaten, tek amacım biraz rahatlamak, sonra okuyup gülmek. Aslında yazdıklarımı tekrar okumam pek, ama bunu okuyacağım.
Herkes halinden memnun olduğuna, herkes yarın sabah cicilerini giyip işine gideceğine ve herkes köşede bekleyen içerü'yü görmezden geleceğine göre sorun yok. Hadi şimdi dağılın, makara koptu, yapıştırınca çağırırım.
7 yorum:
Ne düşündüm şimdi biliyor musun, bu tarz şeyleri -bir ben var benden içerû gibi- düşünmüş, düşünmüş, derlemeye toplamaya çalışmış herkes bir Fight Club yazmak isterdi. İçindeki kendini farketmiş herkes, perdeye böyle aksettirmek isterdi, sıçrattığı kan buna benzesin isterdi.
Herkes diyorum, alınma, biri hariç derim, çıkarsın.
Bir şeyin güzel paketlenip sunulmuş olması onun içindekinin güzel olmasına mani değil. Ha sen bunu alır ister hayatını değiştirgeç yaparsın, ister "ben de biliyorum ulan" der hasetinden çatlarsın. Senin bileceğin iş.
bir de kitabını okuyunuz derim filmden daha başka bir haz vereceği kesin senaryo için az çok değiştirilen bir hikaye..
irrebikbik.. o filmin adını hiç ezberleyemedim fakat 8 dakikalık tecavüz sahnesinden daha daha (bişi.. ) olan bi sahne vardır hakkı yenmiştir, tecavüzün gölgesinde kalmıştır izlemediysen söylemem burda sonra konuşalım :)
hayat değişimine gelince bunu bir filmin, kitabın yapması zor gibime geliyo.. haa birinin hayatı bir filmle değişiyosa daha çok değişir gibime geliyor olur da olur hoşa gider farkındalığımız çimdikler ama değişşim?
Gerçi burada filmi sekiz sene sonra, "suyu çıktıktan sonra" görmüş olmanın da etkisini gözardı etmemek lazım. Bir film gerizekalıların ağzına sakız olduysa üst seviyeden insanların gözünde sevimsiz bir önyargıya sebep olabilir.
Halbuki gösterime girdiğinde sinemada görmüş olsanız, daha bir sahiplenir, sever, bağrınıza basardınız. Belki icq infonuza bile yazardınız, kimbilir? V for Vendetta da tarz olarak hiç farklı değil -anti-kahraman idol, başkaldırmaca, itaatsizlik- fakat onu sevmiş beğenmişsiniz.
Şimdi ben bir yazı yazsam misal, "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü bile okumamış olanlar V for Vendetta'dan kuot -Türkçesi alıntıdır- yapıyorsa orada güneş batmak üzeredir" desem, ayıp değil mi?
alef;
bir kitap değiştirmeyecek, bir film değiştirmeyecek, bir insan değiştirmeycek, kuzum söyleyiniz; hayatımızı ne değiştirecek?
tosan;
1984'müş, peh diyorum. bu kitabı fî tarihinde ilk duyduğumda dediler ki içeriği böyle böyle. lan dedim, ben iki yaşımdan beri 1984'ün içinde yaşıyorum, hiç lüzumu yok vakit kaybetmenin.
ha olur da orwell beyefendi gelip değerli turuncu şu meseleyi istişare edelim derse, eyvallah. oturur konuşuruz. 1984'ü okuduktan sonra aydınlanmış nesil muhatabım değil. burnum havalandı. hıh!
turuncu;
yukarda kitapla, filmle hayatınız değişsin diyosun, altta kitapla aydınlanan nesil muhatabım değil diyorsun, bu nasıl iştir?
doğrusu ya ben de bilemedim. belki şöyle: kitapla aydınlanalım evet ama bunu bir popüler kültür nesnesi, aydınlanmanın tek yolu olarak ortaya koymayalım. olası farklılaşmaları, aynı menzile farklı yoldan ulaşmanın önüne geçmeyelim. ne diyorum ya ben?
isaac asimov süper adamdır bi de.
Yanlış kişileri referans almayalım, değişim; akşamdan sabaha, sabahtan akşama olmadığı gibi "tek bir" kitapla da olmaz. "Kitapla değişim olmaz"ı kabul etmeyeceğim gibi, "tek bir" filmle "değiştim diyenleri de kaale almam. Sen de alma, sevgili turuncu (buralarda böyle deniyormuş beni de kendinize benzettiniz).
Ya da, hey dostum! Senin sorunun ne biliyor musun, "referans"ı küçümsüyorsun sen. Zooey'nin yanlışına düşüyorsun bazen. Franny ve Zooey muhteşem bir kitaptır, okudum ve hayatım değişti, artık bir Zooey wannabesiyim desem okumayacaktın, değil mi? Senin beton gafanı seveyim...
Sahi, "Ben altı yaşından beri Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ün içindeyim" dedin de aklıma Kierkegaard'la aşık atışmasına girenler geldi. İyi saatte olsunlar...
ben bu makaranın kopmuş halini çok seviyorum yahu =)
hımm...galiba hayatımı ancak o "içerü"deki ben değiştirebilir. bir de aşkın böyle bir işlevi var ama onu kim kaybetmiş ki, ben bulayım.
bi'de ben de o japon mamulü insanlardan olmak istiyorum. zor değil demişsin ama zor bence her sabah "sarsıldım ama yıkılmadım" makyajı yapmak.
evet, referansı küçümsüyor olabilirim.
dışarıya doğru olan referanslar bizim hayatımzıın referansları değildir. filmlerdeki ve kitaplardaki hayatlar onların yaratıcılarının referanslarıdır. bizim referanslarımız kendi hayatlarımız olabilir ancak. kendi deneyimlediklerimiz.
o halde denemeliyim, değil mi?
ve deneyimlediklerimi yazmalıyım. yaşadıklarını yazmak gibi bir şey bak bu da.
Yorum Gönder