Ankara'nın Renkleri
Çok güzeldi:
Ankara, kendini sevdiren güzel ve çekici bir kadın değil, mesela İstanbul gibi... Ama kendi halinde, sade bir ev kadını belki, onunla yaşadıkça sevdiğin, bağlandığın.
Haftasonu benim için hareketli geçti, cumartesi akşamı Konya'dan Ankara'ya dönerken -evet, ilginç oldu, dönmek dedim- şunu farkettim: Ankara'nın bir güzel yönü de İstanbul'a Konya'dan daha yakın olması. Evet, böyle söyledim, ertesi gün bundan Ankara'ya dönmek olarak bahsedeceğimi bilmeden.
Bu yazının, nasıl yazılacağını bilmeden kendi kendine kurulması, bir hal alması enteresan geldi tam şimdi. Bunun nasıl olduğunu, kafamın içinde gerçekleşen döngüyü anlatabilmeyi çok isterdim. Deneyelim; mesela şuna benziyor: yukarıda dönmek kelimesini birden bire önceden düşünmeden yazdım. Sonrasında bu ilginç çağrışımlar yaptırdı ve o yöne yöneldim. Neyse...
Pazar sabahı uzun bir kahvaltıyla başladı, evet Bahçelievler'de misafir olduğum evin kayda değer bir manzarası yok ama ilginç bir huzur duygusu var, cıvıldaşan kuşlarla. Biraz da ahestelik çökmüş buralara.
Kahvaltı sonrasında Anıtkabir ziyareti şehri biraz daha net görme imkanı sundu, bahsedildiği gibi tozlu bir şehir ve gri. Sonrasında yine şehri gezerken şehri yöneten insanların bunda payı olduğu kanaatine vardım. Ankara'lıların şikayet etmeleri boşuna değilmiş, İstanbul'a öykünür gibi duran şehrin sembolü bile -doğru kelime ne ki?- hoş değil.
Anlatacaklarım bunlar değil aslında, zaten nasıl anlatabileceğimi bilsem bu kadar lafı gevelemezdim sanırım. Bu gri şehrin nasıl renklendiğini anlatmak istiyordum ve şimdi bunu söyleyince; bunu başaramayabileceğimi farkettim.
Bir pazar öğleden sonrasından akşama uzanan -ölçmeye kalkınca uzun görünen- zaman diliminde Ankara renklendi sahiden. Onunla yaşayınca sevilebiliyormuş sahiden ve mutlu edebiliyormuş insanı. Kuğulu parkı varmış sonra Ankara'nın, siyah kuğuları bile olan.
Ne diyeceğimi, nasıl anlatacağımı hala bilmiyorum ve böyle sızlanıp durmak canımı sıkıyor. Tek diyebileceğim; ışıl ışıl, rengarenk bir şehir de olabilirmiş burası, yaşadıkça ve derininde barındırdığı renkleri farkettikçe.
Bir de demir dövmek var, fotoğraflar var, karanlık oda var, yamaç paraşütü var. Ayrıca çokonat çok lezzetli, üstelik turuncu. Bir zaman şöyle demişti biri:
Tanımı yok, ismi yok, cismi yok. Sadece net bir varoluş biçimi, şekilsiz, hepsi bu kadar.Böyleyken böyle.