neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Pazar, Ocak 28, 2007

Böyle başlar

17:48
Ne uzun bir gün. Sabaha karşı aralanan gözlerim ve kayıtsız kalamadığım düşüncelerim. Kalkıp yazmıştım ve şimdi yazıyorum, hiç yazamayabileceklerimi.


Bunu sadece tam da hissettiğin anda yaz düsturunu yerine getirmek için yapıyorum. Umuyorum ki bir gün tam da istediğim gibi yazabileceğim.

. . .

Eski bir bina, yüksek ve işlemeli bir tavan, büyük kapılar, çocukluğumu hatırlatan kilitler.Hep eski binalara meraklı olmuşumdur. Bu kocaman bakımsız daire biraz özenle muhteşem olabilir.

Ne kadar zamandır kovalı soba görmemişim? Özlem mi bu? Ya üzerindeki çizilmiş kestanelere ne demeli?

Gıpta ediyorum ve hayal kuruyorum: neden olmasın? Çok katlı ve asansörü yok. Belki de bunun için kirası çok değildir. Çok değil derken neyi kastetmişti şu güleç yüzlü adam?

Bu güleç adam sahiden iddia edildiği kadar samimi mi? Olabilir. Hınzır bir çocuktan hallice. Belki hayal kırıklıkları var. Belki dememeli, belli ki demeli.

Otuz beş yaşında. Tıpkı Tuba'nın bahsettiği bekar tiyatrocular gibi. Bir şeylere geç kaldığını düşünüyor mu? Seçme hakkını yeniden versek eline; yeniden seçer mi bekar tiyatrocu olmayı?

Gözleri parlıyor bu adamın, çocuk gibi, deha gibi. Çocuksu bir dürtüsellik.

Kırmızı otobüsler için bile kırmızıda geçmek yasaktır dostum.

Ya şu haşin kıza ne demeli? Olduğu gibi göründüğüne hiç şüphe yok. Dolambaçsız ve içtenlikli bakışları var. Bunun da var içinde bir çocuk.

Neden insanların içindeki çocuklara ve hikayelere merak saldım böyle? Düşününce; sanırım hep bu bekar tiyatrocuların hayatlarını merak ediyorum.

Bunlar bir şekilde arızalı insanlar. İçlerindeki o şeyi öldüremeyen ama onu da olduramayan, bu yüzden de ıskartaya çıkan, kabul edilmeyen insanlar. Sahiden memnunlar mı bu durumdan? Memnun muyum? O içlerindeki/içimizdeki şey de ne ola ki?

. . .

Eski bir bina, yüksek ve işlemeli tavan, büyük pencereler. Dışarı bakınca kurşun kaplı bir kubbe görünüyor, nedense benim için huzur timsali olan.

Sabah ezanına çok zaman yok. Yattığım yer pek rahat değil. Üstelik boyuma kısa gelen bu yatak benzeri şeyde, ayakkabılarım çıkmamış olduğu halde sallanıyor ayaklarım. Başım ağrıyor biraz. Soba da sönmüş galiba. Birazdan belki midem bulanacak ama henüz bilmiyorum bunu. Kayda değer bir bulantı olmadığını da bilmiyorum. Düşünceler dolaşıyor kafamın içinde, ne rengi var bu düşüncelerin, ne de bir nişanı. Kim bilebilir ne olduklarını, kendilerince apaçık ortada olmalarına rağmen, ben bile.

Gözlerimi açıyorum hafifçe, bir çift göz görüyorum, kağıda ve kaleme dikkat kesilmiş. Görüyor beni, devam ediyor yazmaya. Beri yanda şov devam ediyor. Yeniden yazan gözlere bakıyorum. Seyredalmayı tercih ediyorum bu sefer. Farkında bunun. Yazmaya devam ediyor. Düşünmekten ve bakmaktan fazlasını yapabileceğimi sanmıyorum.

Cümleler ve düşünceler akıyor zihnimde. Belli belirsiz seviniyorum cümlelerin gelmesine. Öteki insanların görebileceği bir kaç şey! Başım ağrıyor hala. Seyre devam ediyorum bir yandan. Kalemin kağıt üzerindeki halleri tahrik ediyor ve tam o anda akıp giden bir kaç cümleyi beğeniyorum. Yazmalıyım diyorum ve harekete geçiyorum. İşe bak, düşündüğümden fazlasını yapabilecek güce sahibim.

Defterimi alıyorum ve hep olduğu gibi hiç yazamayabilecekmişim gibi gelen bir şeyler yazıyorum, defteri başucuma koyuyorum.

04:39
hiç yazamayabileceğim şeyler olduğunu farkettim az önce uykuyla uyanıklık arasında.

işte tam bu noktada, tam olarak kavrayabiliyorum kendi varoluşumu. seni, tamamiyle anladığımda, her yanını sardığımda, kaybetmiş mi olacağım? biliyorum ki senin dışını saran, senin dış yüzeyine tamamiyle uyabilecek bir hale geçiyorum şimdi. bu aynı zamanda senin içinde kayboluşuma da tekabül ediyor.

doğuşu; o'nun, içimde. hem, sen kimsin ki?
Dikkatle, daha dikkatle, artık o saatte ne kadar olabilirse o kadar dikkatle seyre devam ediyorum. Görmek ve görülmek; bunları yazar anlattı kitaplarında, görmekle mahremiyet arasındaki yadsınamaz bağlantıyı.

Kafasını kaldırıp bana bakıyor, hemen dönmüyor kağıda aktardığı kendisine. Kaçırmıyorum bakışlarımı. Ne yapıyoruz? İç içe mi giriyoruz yoksa savaşıyor muyuz?

Anlam var mı bakışlarında? Aramalı mıyım o anlamı? Yoksa yok mu onun da bakışlarının rengi? Ya ben n'apiyorum? Ne anlıyor bakışlarımdan? Korkmuyor mu? Korksa kaçardı, kaçmıyor. Anlamlandırmak için uğraşıyor mu?

Anlatamayacağım ve şekillendiremeyeceğim kadar çok şey oluyor bakarken ve bakılırken. On saniye mi? On beş saniye mi? Böylesi yoğun iletişimler için çok uzun bir süre bu ya da bana öyle geliyor.

Yazısına dönüyor. Sanıyorum ki daha az rahatsız etmek kaygısıyla gözlerimi kısıyorum. Uyur gibi oluyorum fakat bilincim kapanmıyor.

Biraz zaman geçiyor, yana kay diyor.

Uzanıyor yanıma ve sarılıyor. Uyuyorum artık. Huzurluyum. Rüya bile görüyorum sanırım. Kapalı gözlerimin içinden sükunetini görüyorum. Sanıyorum en son hatırladığım da bu.

Hiç yorum yok:

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de