hayat son ana kadar sürprizlerle doludur, diyordu hani bir filmde. artık bitti, daha fazla şaşırmayacağım dediğimiz her seferinde, yüzümüze yüzümüze vurur yepyeni bir şaşkınlık, sonuna dek açılmış gözler... kabul etmek gerekiyor hayatın sürprizlerinin hiç bitmeyebileceğini. zaten böylesine hesapsız, böylesi karmaşık ve tahmin edilemez olması değil mi onu böylesi çekici kılan. kabul etmek gerekiyor tabi ama bu tümüyle bir olgunluk ve vazgeçiş değil mi? hırslardan vazgeçiş. düşünüyorum; bu hırslardan vazgeçiş kesinlikle gölge etme başka ihsan istemem kıvamında bir fıçının kenarında akşama kadar oturma bezginliği değil. hayatımızı ve hayatlarımızı tümüyle kontrol edemeyeceğimizin bilincinde olma durumu. arada bir yerde, puslu bir havada seçilemeyen bir yol gibi.
yeni yollar, başkalarının gitmediği yollardan gitmek zor. az seçilen yol diye bir kitap vardı, bir dostum ısrarla önerirdi. bende ısrarla okumamıştım evde bulunmasına rağmen. şimdi geldi mi acaba zamanı? bilemiyorum. sorun şu ki, az seçilen yol mu, seçilmeyen yol mu? modern zamanların uğramadığı bir ovada ufka bakarken en azından bir kaç patika görülür. birileri, hatta pek çokları bu yolu izlemişlerdir. belki kendileri bile seçmediler, eşekleri o yoldan gidiverdi işte. bu ülke, otoyolların eşeğin gittiği güzergaha yapıldığı bir yer değil mi? aynı suyu içip, aynı havayı solumuyor mu bütün bu insanlar? öyle, kendilerinden önceki eşeğin takip ettiği yolu takip eden eşeklerle gittiler hep gidecekleri yere. böylesi çok daha rahat, çok daha kabullenilebilir oldu. hem bir diğerini anlamaya çalışmadan, hem de anlaşılmaya çalışmadan. herkes aynı göründü, herkes aynı iki yüzlülükleri yaşadı. hadi tamamen aynı değilse bile, çok benzerlerini.
buna benzer lafları kimbilir kaç defa söyledim ya da Allah bilir kaç defa söylendi daha önce? zaten bu başlı başına girift bir mesele değil mi? söylediklerimizin, yazdıklarımızın, çizdiklerimizin yeni ve söylenmemiş olacağına nasıl emin olabiliriz ki? şimdi yeni şeyler söylemek vaktidir cancağızım diyor da, binlerce yıllık bir medeniyetin mirasçısı olarak sahiden var mı söylenmedik söz. vardır belki de.. hani amacım yeni şeyler söylemek de değil. konuşuyorum işte kendi kendime.
...
anlatmadan geçemeyeceğim; geçtiğimiz gün, yani dün yolda yürürken babasının elini tutmuş yürüyen bir kız çocuğu gördüm. henüz 4 veya 5 yaşında olmalı, öyle şirin ve masum gülümsüyordu ki.. farkettim ki, artık kız çocuklarına her bakışımda bir tuhaf hüzün kaplıyor içimi. bu artık bir takıntı olmaya başladı, durduramıyorum kendimi, durduramıyorum zihnimi. küçücük yaşlarda neler yaşıyor bu çocuklar. içim falan bulanıyor. bu çocukların bu yaraları bir ömür boyu saramayacaklarını düşünüyorum. saramadıkları yaralarından yolda yürürken sıçrayan kanların pek çoklarını kanatacağını düşünüyorum. bu müthiş masum, pırıl pırıl gözlerin korkuyla açıldığını ve silinmeyen yazılar yazıldığını düşünüyorum. çocukluğunun izlerini silebilmek için defalarca elini yıkayan kadınlar tanıdım, kaldıramıyorum artık. diri diri toprağa gömmek değil mi bu o çocukları? kusura bakmayın hatırlattığım için, yapacak bir şeyim olmadığı için hayıflanıyorum kendi kendime.
...
evet, seçilmeyen yol, eşekler filan diyordum. şimdi sizin seçmediğiniz, kimsenin de pek seçmeye niyeti olmadığı bir yolu seçsem beni ayıplayacak mısınız, şaşıracak mısınız? rica ederim, kaşlarınız kalkmasın, dudaklarınız büzülmesin o biçiminde. insan bazen kendinin dahi beklemediği şeyler yapar. bu iyidir.