neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Salı, Mayıs 30, 2006

uçurtma

çocukluğumda benim hiç uçurtmam olmadı. sonrasında da olmadı. aman ne romantik diye anlatmıyorum, özenmişimdir koşarak altıgen şeklindeki uçurtmasını havalandıran çocuklara. hani bir yanım da tamam uçurtma havalandı ve uçuyor, ee sonra ne olacak diyor. bilmiyorum ama tatlı, şirin bir his. uçurtma yapan çocukların bir sonraki adımı model uçak olabilir mesela. uçak mühendislerine sormak lazım kaçı uçurtma yaparak başlamıştır mesleğe. ben kendi mesleğime çok erken yaşta dedemin yeni almış olduğu hesap makinesini su dolu kovaya daldırarak başlamışımdır. ıslanınca çalışıyor mu diye test ediyordum, çalışmadı tabî ki. işte o çok yaratıcı olduğum ve uçurtmam olmadığı zamanlarda garip isteklerle ortaya çıkardım. ortadan ikiye kesilmiş bir elma getirmişti annem yemem için, olmaz ben bütün istiyorum diye tutturmuştum. çaresiz birleştirmişti anneciğim. {nasıl olduğunu merak eden olursa ayrıca anlatırım :-) }

bir ilkbahar günü bulutların arasında süzülen uçurtmayı görünce, bende istiyordum diye tutturdum. çözüm olarak evde mevcut bulunan alet edavat ile şeytan uçurtma yapabiliriz deyince annem, yatıştım. bu kağıttan yapılan basit uçurtma 'şeytan' gibi olduğundan pek cezbetmişti beni. tamam o zaman! hemen yaptık, beyaz dikiş ipi makarası da uçurtmama eklendiğinde uçuşa hazırdık. kokpiti hazırlamak gerekliydi. pencerenin dışına monte edilmiş, pencere eninde ve yüksekliğinde, 50 cm kadar dışarı uzanan kafesim benim için biçilmiş kaftandı. apartmanın en üst katında oturuyor olmak uçuş için en uygun ortamı sağlıyordu zaten, pilotajın rahat ve güvenli bir biçimde sağlanması için kafesin içine bir de minder yerleştirince kalkışa geçtik. rüzgarın da yardımıyla sokaktaki çocukların gıpta ettiği şeytan uçurtmam salına salına uçmaya başladı. aslında uçan o değil bendim. şimdilerde farkettiğim o çocuksu esaretimin intikamı gibiydi o uçurtma, onun özgürce havada salınması aslında tümüyle beni temsil ediyormuş. şüphesiz o zaman bunları ifade edemezdim ama o günkü hislerimin tercümesi böyle bir şey olsa gerek. türbülansa girmeden, hava boşluklarına düşmeden süren yolculuğumuz sırasında tecrübeli hostes annem, otomatik pilota geçip yemeğimi yemem konusunda ısrar edince ipi kafesimin demirlerine bağlayıp içeri girdim. bir güzel karnımı doyurup pencereyi açtığımda koskocaman bir hayalkırıklığı vardı. uçurtmam ipini koparıp gitmişti. makara, pilot koltuğunda yani minderimde öylece duruyordu. boş boş bakmıştım arkasından. annem şimdi hatırlamadığım teselli edici şeyler söylemişti. ve çok iyi hatırlıyorum, istediği olmayınca ağlayıveren şımarık çocuklardan değildim ben. hüzün içinde tasımı tarağımı toplayıp içeri girmiştim. çok üzülmüştüm, özgürlüğüm uçup gitmişti o uçurtmayla. bu erken tecrübe sayesinde hayatımdan ansızın uçup gidenler karşısında metin olmayı öğrenmştim sanırım. bir gün uyanınca, her şey bambaşkaysa ve buna öyle çok da şaşırmıyorsam bundan olsa gerek. üzülüyorum tabî ki, ama çok üzülüyor olmak bazı şeylerin değişmesi için yetmiyor, ipini koparan uçurtmam da hiç geri dönmedi. dönse ne olurdu bilemiyorum ama sonrasında da hiç uçurtmam olmadı.

çizim nataliedee.com'dan alınmıştır.

Perşembe, Mayıs 25, 2006

kırık


Kar yagsin, elbette seyrine doyulmaz,
Ipek islemeli perdeler arasindan,
Camlari kirik pencereden degil! 1

Kapinin penceresi kirik. Uzun ve dar bir pencere. Altina tebesirle kargacik burgacik harfler yazilmis. Besbelli okuma yazmayi henüz sökmemis bir çocugun elinden çikma. Soldaki zillerden birinin dügmesi kopuk. Kirik pencereden disariya bir çocuk bakiyor. Görünen sadece çocugun kafasi. Gövdesi kayip. Geride bos bir avlu uzaniyor. Alnina dökülen siyah saçlari kaslarini da örtmüs. Gözler iri iri. Altlarinda ise belli belirsiz karaltilar. Üst dudagi ipince. Alt dudagi etli. Dar bir çeneye dogru küçülen solgun bir yüz. Kirik pencere, kirik hayat. 2

soguk içine isliyor insanin
kirik pencereden içeri girerken rüzgar
hafifçe islatiyor eskimis koltugu
sobanin gürül gürül gelen sesiyle
içimiz isinirken 3


1- Cahit Sıtkı Tarancı
2- Fikret Dogan - Cumhuriyet Hafta - 17 Agustos 2001
3- Canan Karadeniz
foto: http://www.flickr.com/photos/requiem/43498764/

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

teşhir

elim yazdığınca bir şeyler karalayacağım. hani öyle uçayım kaçayım, güzel cümleler yazayım halinde degilim. farketmiyor, öyle de olsam yazamıyorum. bunu kabul etmem gerek. ama herhangi bir müzik enstrümanı ile kendime ait bir melodiyi çalabilecek kadar yetenekli değilim, içimdekileri tuvale aktaracak kadar elim fırçaya yatkın değil. harfleri tam da doğru sırayla dizemiyor olsam da ardarda koymayı başarıyorum birbirleriyle ilintili olacak şekilde.

ne bu teşhircilik merakın demişti sevdiğim biri, blog yazıyor olmayı, hayatını ve hislerini paylaşıyor olmayı teşhircilik olarak addetmesi pek de hoşuma gitmemişti açıkçası. blog yazmak teşhircilik mi? neyi gösteriyoruz insanlara burada? pek çok blog yazarı her gün kendi hakkında veya ilgilendiği konu hakkında sayfalarca yazı yazıyor. pek çok kişi de onları okuyor. kimin ne için yazdığına karışacak halim yok. ben kendim bizzat yine kendim için yazıyorum efendim. tek değilim, benden başka da kendisi için, kendini yazanlar var. erkeklerin yüreğini hoplatacak (!) derin dekolteleriyle arz-ı endam eden manken kızlarımız nasıl ki vücutlarını teşhir ediyorlarsa, evet, ruhumuzu, kendimizi teşhir ediyoruz ya da etmeye çalışıyorum. bunu niçün yapıyorum? tam olarak bilmiyorum. belki biraz düşünebilirim. kendimle konuşmaya çalışıyorum bazen yazarken. bir yanımın diğer yanıma, diğer yanlarıma anlatamadığı, anlatıp da dinletemediği yahut dinleseler de kaale almadıkları şeyleri yazıyorum buraya ki, dinlemeyen, anlamayan, kaale almayanlar kendilerini toplasınlar ve baksınlar, bu bizim diğer yanımızın gerçeğidir desinler. ne istediğine dikkat et gerçek olabilir derler ya hani, bunun sebebi de tam buraya bağlıdır işte. bir yanın hayal eder, ister ki gerçek olsun. diğer yanın inanmaz buna. olacak iş mi der ve beynimizde gerilere doğru iteler, hayatın mühim gerçeklerini (!) öne taşımak için. sonra o hayal eden, isteyen yanımız var ya, unutmaz bu durumu, alttan alttan çalışır, davranışlarımızı hayallerimiz lehine manipüle eder. haberimiz bile olmaz tam da o yolda ilerlediğimizin. sonra bir bakmışsın: sürpriiiz! diğer yanımız ve yanlar dedim ya, onu da açıklayayım. ben kendime bakınca öyle tek başına büsbütün bir parça göremiyorum. belki siz öylesinizdir, ne mutlu. ama biz burada bir kaç kişiyiz. tartışırız, kavga ederiz, bazen nefret ederiz, sığamayız tek bedene. birimiz üzülürken diğerimiz umursamaz, öbürümüz mutluyken bir diğerinin ağzı ekşiden yanmıştır. halbuki ben limonu severim. hele şöyle hafifçe de tuzlarsan, pek leziz olur, portakal gibi hatır hatır yenir. işte burada da, her seferinde bir yanım alınca eline mikrofunu bırakmayan milletvekili gibi yazıyor içindekileri. konuşuyoruz birlikte, birbirimize karşı samimi ve açık olmayı öğreniyoruz. böylece bir bütün halinde dışarı baktığımızda da tutarlı ve içtenlikli davranışlar sergileyebiliriz. hem belki tartışmalarımıza başkaları da katılır. o zaman her bir yanım yeni şeyler öğrenebilir, artık kurumaya başlamış olsa da belki biraz eğilir. bir de sizin haberiniz bile olmaz, aramızda konuşurken, hainlik yapanlar olur, bir yanım, diğer birini arkadan vurabilir. böyle al-açık olunca, herkes usturupluca ortaya koyuyor kendisini. tüm bunların dışında, hayat denen oyunun içinde kendinle konuşmaya, kendi içindeki farklı sesleri dinlemeye her zaman vaktin olmayabiliyor ya da başka bir işle meşgulken içeriden gelen isyanları, ayaklanmaları bastırmak daha kolay olabiliyor. halbuki burada herkes eşit, söyleniyor ortalığa pek çok şey. sıkıldınız değil mi? normaldir. son: burada içimdekiler görünüyor, sonra dışarıda beni görüyorsunuz. işte bu; olduğun gibi görünmek için çok iyi bir fırsat... ve bunu değerlendirmeye çalışıyorum.

Cuma, Mayıs 19, 2006

hep yol

Yoldayim yine, susmakti niyetim ama duramadim yine. Merak ediyorum nereye gidiyor bu hep gittigim yol. Gidiyor olmak guzel, dusununce hani, sana dogru gelinmesi de guzel. Bana dogru yol alan birinden daha iyi ne olabilir ki bende ona dogru yol aldiktan sonra... Hatirlar misin elif safak'in kufesinin icinde donup duran samuru. Donup durmak. Hani pervanenin atesin etrafinda, dunyanin gunesin etrafinda dondugu gibi. Yine bu sayfalarda soylenmisti, dunya askla doner ya... Onun gibi.

yolda

Evet, kisaca yolda. Simdi tramvay bekliyorum. Sonrasinda besiktas'a ulasip motorla uskudar'a gecmeliyim. Yolda olma durumunu ve yolcu olma halini sevdigimi hep soylerim zaten. Simdi bunu anlatmayacagim. Vapurda'ya gelen olumlu yorumlarin yan etkisi var uzerimde. Ya bu sefer o kadar iyi olmazsa? Evet bu sefer uzun ve sıkıcı olabilir mesela.

Bazen huzunle bitmez, gece karanlikmis gibi gelmez. Yolculuk bazen hic beklenmedik yonlere dogru evrilebilir. (Tramvaydayim artik) Yolcular yeterince hayalperest ve hayallerinin pesinden gidecek kadar cesaretli olursa, inip trenden, alisilmadik bir yone dogru raylari doserlerse, tren; daha once hic gidilmemis diyarlara dogru yavas da olsa yol alabilir. Ne ilginctir ki simdiye kadar hic bir tren yolcusu yapmamistir boyle bir sey. Niye herkes daha once dosenmis ve binlerce kez gidilmis bir hatta gidip gelir ki?



Evet, bazen huzunle bitmez, dizinin sonunda seyirciler mutebessim, rahata ermis bir cehreyle ayrilirlar ekran basindan. Kahramanlarimiz daha once oldugu gibi kendi koselerinde gulumsemektedir. Ne yazik ki buna ragmen oyuncular cekim bitince evlerine giderler, eski bilindik ve belki sikici yasamlarinda sikilmaya ve mizmizlanmaya devam ederler. Bizse sette yasamaya devam ederiz. Sevincimizi yasamaya devam etmek icin sonra ki bolumu beklememiz gerekmiyor. Muhdekulade !

Inmedim henuz tramvaydan ama yazmayacagim daha fazla da. Cok sey var kafamda ve bir siraya girip dokulmuyorlar parmaklarimdan. Biraz da kendime begendiremedim soylediklerimi. Ama kizmiyorum yine de kendime. Cunku bazen konusmak pek gereksizdir. Sadece susmak gerekir. Mesela tasvire gucun yetmeyecek kadar guzel seyleri anlatma istiyaki duydugunda...


foto

Pazar, Mayıs 14, 2006

vapurda

Bazen geriye sevinc kalmaz, buruk bir deniz manzarasi kalir karanlik. Gecenin icinde ilerleyen vapurun sessiz sedasiz kaybolmasini umarsin. Kaybolsun ve tum bu seyler bilinmezligin dehlizinde yokolsun diger faniler icin. Ya vapurun icindekiler? Onlar obur tarafa ciksinlar, sorgu sual terlesinler, terazinin iki kefesine bakip titresinler. Dolunay var, ayin savki denizin ustune vuruyor. Kaybolmak icin ne guzel bir gece... Kimseye anlatamiyorsan mehtabi, ne anlami var ki karsi kiyiya varmanin. Daha net anlatayim mi sana bu geceyi? Kahramanlarinin tumunun mutsuz oldugu bir dizinin bilmem kacinci bolumunun son dakikalarindayiz. Farkli koselerde, farkli hikayeler icinde insanlar buruk bir sekilde devami haftya yazmasini bekliyor. Isin kotusu dizinin kahramanlari bir daha ki bolume kadar kendi hayatlarina donuyorlar. Biz sette yasamaya devam edecegiz. Biz genc insanlariz, nedir bu bikkinlik? Bilmiyorum iste. Hayata dair umutlarimdan kalanlarin birazi daha gitti bu gece. Aksi gibi kaybolmadik da. Az sonra iskeleye yanasacagiz, eve yuruyecegim, gormeyi umdugum kisileri bulamayacagim. Isteyerek gittigim bir evim ne zamandir yok? Bilmiyorum. Gucum de tukeniyor, tum bunlarin devamini yururken dusunecegim, bak halati da bagladilar... Kaybolamadim yine, ne senle, ne de tek basima. Sen zaten ustune alinmiyorsun. Bos ver...

şöyle böyle

pazar sabahı, uyuyamadım. dokuz buçukta uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra her zaman yaptığım gibi tekrar yatağa gömüldüm. ama uyuyamadım. düşünceler kafamın içinden akıp gidiyorlar. onları durduramıyorum. kalkıp bu akıp giden şeyleri bir mecraya sokarak budama yolunu seçtim. işte bu sebeple buradayım. ne söyleyeceğim? bilmiyorum. çok zaman yaptığım gibi birbirinden bağımsız ilintisiz cümleler topluluğu olacak yazılanlar. harfler, sözler saçılacak etrafa. eskiden tüm düşündüklerimi ve söyleyeceklerimi bir gün gelip sıraya koyabileceğimi, mantıklı bir akış içinde verebileceğimi hayal ederdim. artık umudumu kestim. yapabilirsem ne âlâ fakat yapamazsam da çok ukde olmayacak içimde. çünkü artık zor bir hadise olduğunu düşünüyorum. yapanlara hayranlık duyuyorum. tebrikler. bugünlerde geçmiş dönüp dolaşıp önüme çıkıyor veya bir şekilde ben döndürüyorum feleğin çarkını. çark değil mi bu, dönüp dönüp başa gelmiyor mu zaten? niye şaşırıyoruz o zaman? çok da yaratıcı değil bu durumda tarih tekerrürden ibarettir demek. her çember gibi dönüp dönüp aynı yere gelmesinden daha doğal ne olabilir ki? belki o zamanlar çember formunun detaylarına haiz değillerdi kim bilir... neyse, clever yumurtadan çıktı sonunda. uzun zaman uzaklardaydı. neredeydi bilmem. ama tam da benim geçmişten bahsetmeye başlamamla birlikte ortaya çıkması ilginç oldu tabi. sonra tosantosun ile konuştuk dün, benzer bir geçmişin bugüne taşıdığı insanlar olduğumuzu filan farkettik. sonra mesela geçtiğimiz perşembe samatya civarına gittiğimde mühim bir dostumun daha hayatıma çok teğet geçtiğini farkettim. ilginç detaylar bunlar. kendimi altın yapmaya yaklaşmış bir simyacı gibi hissettim. anlatamadım değil mi yine? boş ver. clever sözlenmiş ben görmeyeli. halbuki ben henüz o kadar büyümediğimizi filan düşünüyordum. sonra bir arkadaşıyla aralarında geçen bir konuşmayı aktardı:


[01:42:58] clever: bence senin ciddi bir karar vermen gerekiyor daha dogrusu bir soru sormalisin kendine.
[01:43:07] clever: çok derine içerilere ulasacak bir soru bu
[01:43:32] clever: sen, acaba aksam eve geldiginde, karsinda filiz'i mi görmek istiyorsun?
[01:44:08] ever&never: evet abi, bunca garip seyler yasadiktan sonra hala diyorum ki, aksam evime dondugumde filiz'i gormek istiyorum.
[01:44:23] ever&never: birlikte yemek yemek, film seyretmek filan istiyorum.
[01:44:38] ever&never: saat sinirlamasi olmadan gozlerine bakmak istiyorum.
[01:44:48] clever: sen fena asiksin be
[01:44:57] clever: çok güzel
[01:44:58] ever&never: sus, kimseye sooleme.



dediğine göre meselenin büyümekle filan alakası yokmuş. işte böyle dediğin vakit oldun sen diyorlarmış. arkasından her şey birbiri ardına geliyormuş filan. ilginç tabii. tebrik ettim kendisini..

Perşembe, Mayıs 11, 2006

geç-miş

her şeyin için çok mu geç-miş? hayır değilmiş. bugün geçmişe gittim. bundan uzun yıllar evvel kocamustafapaşa'da otururduk. şimdi öğrendim ki aslında tam olarak kocamustafapaşa değilmiş, samatya sayılırmış. okul öncesi çocukluğum orada geçmişti. birinci sınıfa başladıktan sonra bir dönem okuyabilmiştim ki, anadolu yakasına taşındık. çünkü babamın iş yeri artık tuzla'daydı. işte o zamandan beri hiç görmemiştim o sokağı, o çevreyi. neden bilmiyorum, gitmemiştim, gitmekte istememiştim. kaya apartmanının dorduncu ve en üst katıydı evimiz. alt katımızda iki bekar teyze otururdu ve onların baş misafiri de bendim! haftada bir kaç kez, iki dirhem bir çekirdek giyinir, tek başıma oturmaya bu teyzelere giderdim. ağır misafir ağırlıyorcasına, gitsin çaylar, gelsin meyve suları, pastalar, börekler... müthiş severdim bu durumu. onları da görmemiştim o zamandan beri. yani onyedi sene. bu sayıyı bile ilk defa bugün farkettim. ne çok zaman geçmiş. işte bugün bir değişiklik yaptım ve o sokağa gittim. cerrahpaşayı soluma aldım annem beni aşıya götürdükten sonra ki dönüş yolumuzu hatırlayarak... denize doğru yaklaşırken, sağdaki sokaklardan biri işte. ıskalamadım bile. neredeyse her şey aynıydı. binalar, kaldırımlar, çocuklar. sakin bir sokaktır, nadiren araba geçer. ve o apartmanı buldum. fakat eski zamanlardakinin aksine kapısı kapalı ve ustune ustluk hangi zile basacağımı bilmiyorum. hafızamı zorlayıp soyadlarını hatırladım ama isimlerini bilmiyorum ve dahi zillerde sadece daire numaraları var. annemi arayıp o vakit kaçıncı dairede oturduğumuzu sordum, 18'di. dört daire olduğuna göre 14'e basmalıydım. düşündüm sonra, kapanmayan bir bina kapısının olduğu yerde, bir çocuğun daire numarasını bilmesine gerçekten hiçte gerek yoktu. kapı açıldı, girdim. girer girmez az ileride soldaki kapıdan pek hoslanmazdim cocuklugumda. burada bir kadın oturur, bazen kapıyı açar gripin almamı isterdi. acaba surekli grip mi oluyordu? simdi dusununce yuzunde et beni olan cadı gibi gozleri olan bir kadın hatırlıyorum. o zaman dahi yaşlı olduguna gore muhtemelen simdi yaşamıyordur. Allah rahmet eylesin. merdivenleri çıktım. takılıp düşünce yumurtaları kırdığım merdivenler. bir gün onların da hikayesini anlatırım. kapı açık, bir kadın bekliyor. şöyle dedim kadına: burada benim teyzelerim oturuyor olmalı. onları yirmiseneye yakın bir süredir görmedim. hala buradalar mı? kadın hatırlamadı beni. esasında bende onu hatırlamadım. yanlış geldin sanırım dedi. hayır dedim. uzun suredir burada oturmuyor musunuz? biz üst katta oturuyorduk. bu sırada içerden benim teyzelerim geldi. bu sırada ben annemin adını telaffuz ediyordum ki, aman da oğlumuz gelmiş diyerekten karşıladılar beni. eski günlerdeki gibi. bir tuhaf oluyor insan. eski evimiz bunun ust katı olduğundan planı da aynıydı. hele o giriş kapısının arkası yok mu, o da ayrı bir hikaye. o evin her noktasında hikayelerim, travmalarım vardır unutulmayacak. tabi o şeylerin travma olduklarını çok sonra, büyücek bir adam olduğumda öğrendim, orası ayrı. oturdum. taze çayları varmış, içiyorlarmış zaten. hemen ikram ettiler. gözleri parlıyordu. oldukca yaşlanmışlardı. ne yapıyorsun, nelerle uğraşıyorsun, nasılsın? sorular arka arkaya patladı. öğrendim ki kapıyı açan küçük kardeşleriymiş, ben küçükken az geldiği için tanımamam normalmiş. halbuki bir sefer görmüştüm ben bu kadını. o zamanda pek hoslanmazdim. çünkü benim teyzelerim kadar önemsemezdi beni. ne kadar ilginç. o minicik halimle ne çok şey düşünürmüşüm. çocukların bakış açısı ve sonraki hayatlarına etkisine bakınca ürküyorum. anne-baba olmak sahiden zor iş. yarım saat kadar oturup çıktım. apartmanın girişinden sağa ve sola doğru elli metrelik bir alandı yaşam alanımız. yegane arkadaşlarım mevlüt ve mehmet'le ve dahi şimdi nerede olduğunu bilmediğim michel ile bu habitatta oynardık, kavga ederdik, yaşardık. sokagın diger tarafları çok yabancıydı, ancak anne baba ile gidilirdi. halbuki oralarda öcü değilmiş, şimdi farkettim. apartmanın çapraz karşısındaki iki küçük binacık duruyordu. neden onlar apartman olmamışlar diye sordum, vakıf malıymış. apartmanın altındaki bakkal kapanmış. gençler orada takılır, 'piyasa' yapardı. o zamanlar bu lafı hiç anlamazdım. piyasa ticari bir şey değil miydi? ama babam öyle diyordu. ben pencerenin dışına monte edilmiş yarım metrelik çıkıntı şeklindeki kafesimde oturur, bütün sokaktaki gelişmeleri takip ederdim. bazen aşağıda piyasa yapan çocukların kafasına bir şeyler atardım eğlenmek için. kendimi çok yüksekte sanırdım o kafesin içinde. halbuki epi topu 4 katlı bir binaydı. farkettim ki eskiden daha büyük algılıyormuşum her şeyi. apartman daha yüksek, murat apartmanının bahçe duvarları kocamandı. okul yolu çok uzundu. şimdi bakınca anlıyorum ki bu daha çok aman çocuktur deyip kısıtlamaktan kaynaklanıyormuş. yani sokağın biraz ilerilerine gitsek ne olurdu ki? sonra yürüdüm eski okuluma doğru, ilk okulum. ben değil miydim bu devasa bahçede koşturan oynayan? sınıfım bile yerli yerinde duruyordu: 1/B. yan sınıf A sınıfydı, aptallar sınıfı diyorlardı. 'mahalleden' arkadaşım mehmet aynı zamanda sınıf arkadaşımdı. o benim defterimi karaladığında bende onun kolalı yakalığını karalamıştım. çıktım sonra, yürüyerek fındıkzade yönünde ilerledim...

Pazartesi, Mayıs 08, 2006

yorgun

ben niye bu kadar yorgun hissediyorum kendimi? eskiden herşeyi yapmak için yeterince gücüm vardı, şimdi sorun nedir? hayal kırıklıkları? yanlız kalmış olduğunu hissetmek? başka.. ? bilmiyorum işte. hayalini kuruyorum sıradan olmayan şeylerin. ama bu sefer de bozguna uğramak istemiyorum. sonra bir de hayatımdaki her şey sanki gelip maddiyata dayanıyormuş gibi hissediyorum. halbuki hiç de öyle değil. belki de öyle. değil. öyle. değil. öyle.. ? ^!&? böyle kavga ediyoruz biz yanlız başımıza kalınca. biri bir gün kafasına sopayı yiyecek ve diğeri devam edecek. sen diyorum burdan, sesleniyorum. kimse duymayınca kendime sen diyorum. ben'e sen diyince, sen'e ne demeli? ben mi demeli? işte öyle sen'li, ben'li konuşuyoruz. gel katıl diyorum. katılmıyorsun. kendime daha fazla güvenmek istiyorum. işler daha iyiye gitsin, daha iyiye gitsin, çok iyiye gitsin istiyorum. iş derken sadece değil, her şey işte hayatımda ki. toparlayacağım, toparlayacağım ve daha iyi olacak. bir de sen gelseydin, iyi olacaktı..

Pazar, Mayıs 07, 2006

bulut


hepimiz diğer çıt'ını arayan bulutlar mıyız? o diğer bulutu bulunca çıtlarımızı çarpıştırınca şimşek çakıp yağmur mu yağacak? her bir damla rahmet mi olacak toprağa düşen? sonra çiçekler mi açacak? ağaçlar falan yeşerecek değil mi? küçücük bir çekirdekten asırlık çınarlar hayat bulacak mı?

foto

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

yağmur

SANA YAĞMUR DİYORUM

(gidersen hani sığınaklarım?
eksilir, zarar kalırım
kalırım!
yeni günün tenine dağılır yaralarım
sana yağmur diyorum…)

uzun boylu umuttun
tadında unutuldun
nerde büyük uçurumların
kış suların, yaz uykuların?

sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan
yağ da ıslanalım, ama uslanmayalım
uslanmayalım!

gün, vursun yükünü gecenin hırkasına
yol, vursun sesini uzaklığın pasına
sesime kibrit çaksan tutuşacağım
sargısızım,
çoğalırım;
çoğaldıkça arsızım
sana yağmur diyorum…
en haklı aşk,
alkışsız sürebilendir
ve en haklı kavganın öznesi
ölmemek için dövüşürken de ölebilendir…

o an
işte o an
ey bizi ayrı takvimlere düşüren zaman
yere bir bahar dalı düşmüş gibi mi olur
sıradağlar mı tutuşur bağrının orta yerinde?

yeter
kan sıçratmayın sabahın seherine
boğulursunuz
boğulursunuz!

YILMAZ ODABAŞI

Salı, Mayıs 02, 2006

bir mayıs

kadıköy'de toplanan kalabalıklar sayesinde farklı bir pazartesi yaşadım. ikindi sularına kadar rahat bir çalışma temposuyla geldikten sonra alışverişe çıktım. bir şey alacağım vakit çok fazla aramak istemiyorum. tam da alacağım, almak istediğim gibi bir şeyi hemence bulayım istiyorum. aksi gibi, aklımda, zihnimde beliren imgeyi aktarmakta zorlanıyorum. karşımdaki adama şöyle bir şey istiyorum diyemiyorum ki. bu olmaz, bu da olmaz, hayır hayır o da olmaz. bazı yerlerden adımlayarak çıkıyorum zaten. neyse çok şükür bugün girdiğim üçüncü mağaza da aradığımı buldum, çok mutlu oldum. Allah affetsin, çok yerde bakıyorum da, malzemeyi ziyan ediyorlar, yani o malzemeden güzel şeyler çıkabilecekken özensiz işçilik ve zevksiz model seçimiyle berbâd ediyorlar.

oradan çıkıp cemal reşit rey'e yollandım. {...} buraya bir sürü şey yazmıştım. sonra sildim. detayları burada anlatmak çok gereksiz. diyeceğim şudur, müthiş bir akşam geçirdim. ffevkalade el üstünde tutulduğumu hissettim. çok teşekkür ederim.

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de