geç-miş
her şeyin için çok mu geç-miş? hayır değilmiş. bugün geçmişe gittim. bundan uzun yıllar evvel kocamustafapaşa'da otururduk. şimdi öğrendim ki aslında tam olarak kocamustafapaşa değilmiş, samatya sayılırmış. okul öncesi çocukluğum orada geçmişti. birinci sınıfa başladıktan sonra bir dönem okuyabilmiştim ki, anadolu yakasına taşındık. çünkü babamın iş yeri artık tuzla'daydı. işte o zamandan beri hiç görmemiştim o sokağı, o çevreyi. neden bilmiyorum, gitmemiştim, gitmekte istememiştim. kaya apartmanının dorduncu ve en üst katıydı evimiz. alt katımızda iki bekar teyze otururdu ve onların baş misafiri de bendim! haftada bir kaç kez, iki dirhem bir çekirdek giyinir, tek başıma oturmaya bu teyzelere giderdim. ağır misafir ağırlıyorcasına, gitsin çaylar, gelsin meyve suları, pastalar, börekler... müthiş severdim bu durumu. onları da görmemiştim o zamandan beri. yani onyedi sene. bu sayıyı bile ilk defa bugün farkettim. ne çok zaman geçmiş. işte bugün bir değişiklik yaptım ve o sokağa gittim. cerrahpaşayı soluma aldım annem beni aşıya götürdükten sonra ki dönüş yolumuzu hatırlayarak... denize doğru yaklaşırken, sağdaki sokaklardan biri işte. ıskalamadım bile. neredeyse her şey aynıydı. binalar, kaldırımlar, çocuklar. sakin bir sokaktır, nadiren araba geçer. ve o apartmanı buldum. fakat eski zamanlardakinin aksine kapısı kapalı ve ustune ustluk hangi zile basacağımı bilmiyorum. hafızamı zorlayıp soyadlarını hatırladım ama isimlerini bilmiyorum ve dahi zillerde sadece daire numaraları var. annemi arayıp o vakit kaçıncı dairede oturduğumuzu sordum, 18'di. dört daire olduğuna göre 14'e basmalıydım. düşündüm sonra, kapanmayan bir bina kapısının olduğu yerde, bir çocuğun daire numarasını bilmesine gerçekten hiçte gerek yoktu. kapı açıldı, girdim. girer girmez az ileride soldaki kapıdan pek hoslanmazdim cocuklugumda. burada bir kadın oturur, bazen kapıyı açar gripin almamı isterdi. acaba surekli grip mi oluyordu? simdi dusununce yuzunde et beni olan cadı gibi gozleri olan bir kadın hatırlıyorum. o zaman dahi yaşlı olduguna gore muhtemelen simdi yaşamıyordur. Allah rahmet eylesin. merdivenleri çıktım. takılıp düşünce yumurtaları kırdığım merdivenler. bir gün onların da hikayesini anlatırım. kapı açık, bir kadın bekliyor. şöyle dedim kadına: burada benim teyzelerim oturuyor olmalı. onları yirmiseneye yakın bir süredir görmedim. hala buradalar mı? kadın hatırlamadı beni. esasında bende onu hatırlamadım. yanlış geldin sanırım dedi. hayır dedim. uzun suredir burada oturmuyor musunuz? biz üst katta oturuyorduk. bu sırada içerden benim teyzelerim geldi. bu sırada ben annemin adını telaffuz ediyordum ki, aman da oğlumuz gelmiş diyerekten karşıladılar beni. eski günlerdeki gibi. bir tuhaf oluyor insan. eski evimiz bunun ust katı olduğundan planı da aynıydı. hele o giriş kapısının arkası yok mu, o da ayrı bir hikaye. o evin her noktasında hikayelerim, travmalarım vardır unutulmayacak. tabi o şeylerin travma olduklarını çok sonra, büyücek bir adam olduğumda öğrendim, orası ayrı. oturdum. taze çayları varmış, içiyorlarmış zaten. hemen ikram ettiler. gözleri parlıyordu. oldukca yaşlanmışlardı. ne yapıyorsun, nelerle uğraşıyorsun, nasılsın? sorular arka arkaya patladı. öğrendim ki kapıyı açan küçük kardeşleriymiş, ben küçükken az geldiği için tanımamam normalmiş. halbuki bir sefer görmüştüm ben bu kadını. o zamanda pek hoslanmazdim. çünkü benim teyzelerim kadar önemsemezdi beni. ne kadar ilginç. o minicik halimle ne çok şey düşünürmüşüm. çocukların bakış açısı ve sonraki hayatlarına etkisine bakınca ürküyorum. anne-baba olmak sahiden zor iş. yarım saat kadar oturup çıktım. apartmanın girişinden sağa ve sola doğru elli metrelik bir alandı yaşam alanımız. yegane arkadaşlarım mevlüt ve mehmet'le ve dahi şimdi nerede olduğunu bilmediğim michel ile bu habitatta oynardık, kavga ederdik, yaşardık. sokagın diger tarafları çok yabancıydı, ancak anne baba ile gidilirdi. halbuki oralarda öcü değilmiş, şimdi farkettim. apartmanın çapraz karşısındaki iki küçük binacık duruyordu. neden onlar apartman olmamışlar diye sordum, vakıf malıymış. apartmanın altındaki bakkal kapanmış. gençler orada takılır, 'piyasa' yapardı. o zamanlar bu lafı hiç anlamazdım. piyasa ticari bir şey değil miydi? ama babam öyle diyordu. ben pencerenin dışına monte edilmiş yarım metrelik çıkıntı şeklindeki kafesimde oturur, bütün sokaktaki gelişmeleri takip ederdim. bazen aşağıda piyasa yapan çocukların kafasına bir şeyler atardım eğlenmek için. kendimi çok yüksekte sanırdım o kafesin içinde. halbuki epi topu 4 katlı bir binaydı. farkettim ki eskiden daha büyük algılıyormuşum her şeyi. apartman daha yüksek, murat apartmanının bahçe duvarları kocamandı. okul yolu çok uzundu. şimdi bakınca anlıyorum ki bu daha çok aman çocuktur deyip kısıtlamaktan kaynaklanıyormuş. yani sokağın biraz ilerilerine gitsek ne olurdu ki? sonra yürüdüm eski okuluma doğru, ilk okulum. ben değil miydim bu devasa bahçede koşturan oynayan? sınıfım bile yerli yerinde duruyordu: 1/B. yan sınıf A sınıfydı, aptallar sınıfı diyorlardı. 'mahalleden' arkadaşım mehmet aynı zamanda sınıf arkadaşımdı. o benim defterimi karaladığında bende onun kolalı yakalığını karalamıştım. çıktım sonra, yürüyerek fındıkzade yönünde ilerledim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder