neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Salı, Kasım 29, 2005

kötü.

yanlış yerde ve yanlış zamandayım. kızgınım, sinirliyim. kime mi? yalnızca kendime.

Pazar, Kasım 27, 2005

tutamak meselesi, gariplikler vs.

tutamak sorunu dedim. dunyada hepimiz sallantili, korkuluksuz bir koprude yurur gibiyiz. tutunacak bir sey olmadi mi insan yuvarlanir. tramvaydaki tutamaklar gibi. uzanir tutunurlar. kimi zenginliğine tutunur, kimi mudurluğune, kimi isine, sanatina. cocuklarina tutunanlar vardir. herkes kendi tutamağinin en iyi, en yuksek olduğuna inanir. guluncluğunu fark etmez.

-aylak adam, yusuf atılgan-


tutamak sorunu dedi biri, evet tutamak sorunu. şüphesiz başka sorunlar da var. olmasa şaşılırdı öyle değil mi? çok zamandır kendime dahi hitap edemiyorum. duvara doğru.. kendime yazdığım mektupları kendimden başka birine verdiğimden beri, pek kendimi bulamıyorum kendimi karşımda. motorlu kuş vardı bir, bir de serçe gibi yürümeye çalışan karga. bazen çok sıkılıyorum. anlatmak, yazmak, bir şey yapmak istemiyorum. herhangi bir formda zihnimdeki parçaları aktarmak ve sonrasında anlaşılmak istiyorum. görüyorsun ya, aşamıyorum. ben de her fani gibi anlaşılmak istiyorum. biraz O'na öykünerek, bilinmek istiyorum, diyorum ben de. yanlış mı diyorum? O bilir. işte sıkılıp anlatmak, yazmak istemediğim zamanlarda bolca uyuyorum. zaten uyumasam da pek bir şey yapamıyorum. mesela bugün. bugünümü bomboş geçirdim. öğle saatlerinde yarım gibi uyandım. bir yemek yedim, bilgisayarımı açıp etrafa göz gezdirdim. sonra yine yattım, yattığımda saat ikibuçuk-üç civarıydı sanırsam. tekrar uyandığımda beş olmuştu saat ve birazdan hava kararmak üzereydi. çöpleri atıp, ekmek aldım. sonra terası yıkadım. bu annemi öyle mutlu etti ki. anlamadım onu. tam olarak onu mutlu eden şey terasın yıkanması değil, benim annem için bir şeyler yapmış olmamdı sanırım. bana dua etti. ben de burukça sevindim. neden burukça mı? bilmem. aslında yarım yamalak bilebilirim. ama bunu tam olarak bilip tam bir gerçeklik haline getirmek istemem. biliyor musun başımıza geleceklerle, bizim geleceğe dair hayallerimiz, umutlarımız arasında garip bir ilişki var. türkçe cümleler kurmak konusunda hassas olan ben, az önceki cümlede ilişki yerine "korelasyon" demeyi çok istedim her nedense. diyeceğim şu; kendini gerçekleyen kehanet teorisi işliyor çoğu zaman. bazı şeyleri sırf bu yüzden hiç düşünmüyorum. düşünmeyince başıma gelmiyor. bazen düşünmediğim halde başıma gelenler oluyor. o zaman ne yapacağımı bilmiyorum. geçenlerde, {hep geçiyor zaten} durup dururken ağzımdan şunlar çıktı: "i really dont know who am i." bu cümleyi kurmak için hiç düşünmedim, planlamadım, birden bire oldu. sanırım sadece S. duydu. öyle mi diyorsun, gibisinden bir laf etti geçti o da. başka kimse duymadı. duysa mıydı? bilmiyorum. ara sıra {ayrı mı yazılıyor sahi?} .. evet, unuttum, ara sıra 'dan sonra ne diyeceğimi unuttum. evet, bitti şimdilik. {yine iyi olmam gerekiyor.}

Cuma, Kasım 25, 2005

Blog'a mail ile yazmak.

Daha önceden keşfetmiş olduğum ama hiç denemediğim bir şey vardı: mail göndererek blog yazmak! İşte şimdi deniyorum.

 

Cumartesi, Kasım 05, 2005

bayramlık.

bayram geldi bu şehre. bana geldi mi diye soracak olursan, pek değil. zira daha önce de bayramdı bana, bundan sonra da bayram zaten. bilirsin, hep bayram bana. fakat yine de farklıydı şu bayram günleri. bir ilkti hayatımda ve sanıyorum önümüzdeki bir yıl içinde olacak pek çok şey benim için bir ilk olacak..

kadıköy'de bir bayram sabahı:

sabahın erken saatlerinde sokaklara vurmuştum kendimi. sekiz buçuk suları olmalı herhalde. aslına bakarsan kendimi çok kötü hissettim. kimse yoktu sokaklarda, dolmuşçular, taksiciler ve tinerciler dahi yoktular. bayramı bayram gibi karşılamayanlar da yoktu. kimi uyuyordu, kimisi de öyle ya da böyle ailesinin, sevdiklerinin yanındaydı. özgürlük önemli bir şey ama özgürlük herkesten uzakta yanlız olmak demek değil. aklıma özgür olacağım diyerek kendisini dağa bayıra vuranlar geldi. sahi özgürlük neydi? özgür kızın dediği gibi özgürlük içimizde miydi? neyse, biraz yürüdükten sonra sonunda bir dolmuş bulup kadıköye doğru yola koyuldum. ön koltukta, yani kapının yanındaki koltukta oturan şapkalı ve pek havalı hanımefendinin ineceği vakit, aynı yerde binmeye hazırlanan pejmurde kıyafetli beye, sanki sinek kovuyormuş gibi çekil çekil diye elini savurması pek fena bir deneyimdi bayram sabahında.. vara vardim mekanıma. uzandim ve uyudum kedicikle..

Salı, Kasım 01, 2005

kasım

1 . Yılın otuz gün süren, on birinci ayı, son teşrin, teşrinisani.
2 . Kışın başlangıcı sayılan 8 Kasım günü başlayıp hıdırellezin ilk günü olan 6 Mayısa kadar altı ay süren dönem.


ekim ayı bitti, kasım ayına girdik. bir ay boyunca hiç bir şey yazamamışım. pek fena. bir ara hediye edilmiş defterin ikinci sayfasına yarım sayfa kadar karalamıştım. vapurda bulunuyor olmaktan medet ummuş olmalıyım. ama pek olmadı yine. neden yazmadığımı az çok kavrıyorum. ama az değil, tamamiyle çok kavramam gerekiyor. yapmam gerekenleri yapmıyor, yapmamam gerekenlere karşı duramıyor oluşumdan kelli kendime duyduğum bir saygısızlık durumu mevcut. belki saygısızlık doğru kelime değil. şu an pasifize olmuş gerçek ben olduğunu düşündüğüm ben şöyle bakıyor aktif bana: aşağılık ve zaaflarına yenik düşmüş zavallı, kişilik sahibi olamamış, olduysa bile sahip olduğu kişiliği ortaya koyamayan aciz varlık! bu kadar mı kötü? evet bu kadar kötü. bugün kasım ayının ilk günü. ilk günü çok iyi geçmedi bu ayın. sonrakiler nasıl geçer bilemem. aslında bilirim. bilir miyim, bilemez miyim? şöyle: eğer kişi şikayetçi olduğu durumdan kurtulmak için herhangi bir teşebbüste bulunmazsa o durumdan pek tabii ki kurtulamaz. peki ben bunun için bir şeyler yapacak mıyım? bilmiyorum. ne biliyorum? bilmiyorum. duvarlar üstüme üstüme geliyor sevgili duvar. duvara konuşuyorum ben. duvarlar bazen yavruağzı, bazen şampanya, bazen buzbeyaz, bazen kapkara. ne garip duvarlar bizim evrenimizi çiziyor, iç dünyamızı belirliyor. hayatımdaki önemli insanlara karşı memnuniyetsizliklerim var, çözemiyorum! bu beni bitiriyor. bunu kimse bilmiyor, tükeniyorum. madencilik oyununu biliyor musun sevgili duvar? bugünlerde çok seviyorum. gerçekleri unutuyorum yerin 6000 ft. altında. belki sen de denersin. oyunda yer altında yakıtın bitmeye başladığında uyaran bir ses var. hemen yeryüzüne çıkıp yakıt ikmali yapmazsan patlıyorsun pekala. gerçi şimdilerde çok param var, yanımda yedek tank taşıyorum ya da ışınlıyorum kendimi. öyle işte tükeniyorum ben ama kimse bilmiyor. biraz çekip gitme isteği var içimde. biraz başka şeyler. her yemek gibi ben de pek çok şeyin karışımıyım.

-belki devamı gelir.

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de