neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Pazartesi, Temmuz 30, 2007

Tribün

Geçenlerde her Türk insanı gibi benim de gözüm takıldı magazin programlarından birine. Hülya Avşar'ın suya girip çıkmasını tele objektifle kaydedip defalarca gösteren, selülitlerini sorgulayan ve bunu "ekmek parası be abi" şeklinde açıklayanlardan biri işte.

Hanımefendinin yarı beline kadar suya girip elinde raket ne olduğunu bilmediğim bir oyun oynamasını, kızıyla şakalaşmasını, sahilde yürüyüşünü, güneşlenmesini ve daha pek çok detayını not etmişler.

Bunları seyrederken şunu düşündüm: Tüm bunların öznesi olan kadın, hayatının ne kadarını tribünlere oynuyor, ne kadarını kendi için oynuyor? Nasıl ki sisteme dahil olan her şey sistemin işleyişi üzerinde etki sahibidir, bu durumda hanımefendinin dünyasına seyirci olan koca bir ülke de onun hayatını etkiliyor olmalı.

Aslında benim konum bu değildi. Mahallenin delisinin renkleri kaçmış, ondan bahsedecektim.

Blog yazma işi evet ilk bakışta teşhirci bir uğraş gibi görünüyor. Hülya Avşar'ın bütün hayatını kameralar önünde yaşamasına benziyor olabilir sahiden. O zaman sokakta, kahvede veya ekranlarda hakkında atılıp tutulmayı hakediyor diyebilir miyiz?

Gazetede köşe yazıyor gibi hissettim kendimi; soğuk, mesafeli, ben bilirim diyen bir üslup.

Mahallenin delisi ilk yazmaya başladığı zamanları hatırlarım: biraz çekingen, biraz içine kapanık ve kendi dahil kimseye bir şey vaad etmeyen. Bu bağlamda kendi sürecimi düşündüğümde benzer duygular olduğunu hatırlıyorum. Kimse için değildi, öylesine kendim içindi, hala da öyle olsun istiyorum.

Yazmaya başlamadan önce ve dahi yazarken hiç akıldan çıkmayan soru şu:

Akışkan düşüncelerime ve ruh halime sizi, tanıdık tanımadık bir 3. kişiyi neden dahil edeyim ki?

Öyle ya, bu yazdıklarım roman, şiir, öykü değil. Paylaşılması gerekmiyor, doğasında yok. Herhangi bir edebi değeri ya da olmak gibi bir iddiası olsa sorun değil, eylemimin gerekçesini bulmuş olacağım. Amma ve lakin, hepsi hepsi düşünce patikaları bunlar, beni oraya ya da buraya ulaştıran, yahut başa döndüren.
Bu alıntıyı yapınca birden başka bir yöne çağrıştım. Acaba burada yazar neden üçüncü kişi demiş? Yazan benliği ve kendini okuyan benliği olarak iki kişilik konumlandırmış olduğundan olabilir mesela. Evet, bu durumda dışarıdan gelen kişi üçüncü kişi olur.

Neyse. Daha önceleri burada yazdıklarımın muhatabını, üçüncü kişiyi düşünüp sen kimsin demiştim. Muhatabımın çok şeyler içeren bir kompozisyon benlik oluşturmasını sevmiştim. Kompozisyon benlik?

Bir yandan da, kendi kendime konuşurken yan odada biri varmış gibi*. Birileri duysun diye ama biri duysun diye değil. Sisin içinde görünmeyen bir kalabalık ve belki yokluk. Orada biri varmış gibi. Varolup olmadığı mühim değil.

Kendi adıma bu oldukça bıçak sırtı bir durum. Bazen kalabalık sesini yükseltince, hafiften sis dağılınca orada birilerinin olduğu belirginleşiyor. Bu karşılıklı olarak muhatapların birbirini daha iyi görmesini sağladığı durumlarda yazar kişi (bu durumda ben oluyorum) kendisini tribünlere oynuyor gibi hissedebiliyor. Bunun sonucunda da bir süre susulabiliyor.

Şu bizim deliden bahsediyordum değil mi? İşte böyle kendi kendine yazarken, bazen biri çıkıp cesaretle seslenebiliyor: "Hey bebek! Seni kurtaracağım bu acı dolu hayattan!"


Bunu anlatmak çok güç ama deneyeyim. Hiç kimse bir diğerini kurtarmakla yükümlü değil. Belki elimi tutabilirsin ama beni sırtlayıp içinde bulunduğum 'şey'den kurtarabilmen mümkün değil. Belki sana güvenip arkandan gelirsem mesafe katedebilirim ama bunun seninle alakası yok inan.

Üstelik, kurmaca mı gerçek mi, gerçekten hayata aksettirilmiş bir kimlik mi yoksa bir masal dünyasında dolaşan tavşan mı bilinmeyen birini huzura kavuşturma iddiası ne komik.

Bu ve bunun gibi metinlerde dile getirilen kafa karışıklıklarının, iç dünyaya dair hususların ve dahi hezeyanların amacı belki birlikte düşünmek olabilir. Bir sürü belirsiz düşünce patikasının arasında daha muhkem [beraberce, birlikte yürümek için] olanı bulmak filan olabilir. Tek amacı neden blog yazdığını bulmak bile olabilir.

Bir burgu yapıp, satırlarıma son vermek isterim.

Bizim deli şöyle demiş:
Burada (fotoğrafsız, isimsiz ve kimliksiz) yazarak, hem de en defolu, en kusurlu- hasarlı hallerimi yazarak bulabileceğime sen gerçekten inanıyor musun?

Hala yukarda anlattıklarımın arkasındayım ama düşününce şöyle de bir şey var: bu en defolu, en kusurlu, en hasarlı hallerinle seni bulan, seni isteyen, seni kendin olarak seven biri[leri] zaten hep arzulanan değil mi? Amaç bu değil kesinlikle ama sonuç bu olsa fena mı olur?

Daha çok su götürür bu mevzu, şimdilik bu kadar olsun.

Pazar, Temmuz 29, 2007

Bir İhtimal

Bir ihtimal hesabında kafam karıştı: Eğer elimizde iki zar varsa ve bunları aynı anda attığımızda en az birinin 6 geleceğini biliyorsak diğerinin de 6 gelme ihtimali nedir?



Determinist bir yaklaşımla 1/6 diyebiliriz.

Bunun karşısındaki düşünce ise zarların sırayla atılması sonucunda böyle olabileceğini, aynı anda iki zar atılması durumunda hangisinin 6 geldiğini bilemeyeceğimizi iddia ediyor. Bilemeyeceğimiz için de yukardaki grafikte görüldüğü üzere her bir zarın 6 gelmesi durumunda diğerinin alabileceği ihtimallerin toplamını almamız gerektiğini söylüyor. Bu iki seti birleştirirsek 1/11 ihtimalini elde ediyoruz.

Halbuki bana kalırsa zarlardan herhangi birinin 6 geliyor olduğunu bilmek yeterlidir, tam olarak hangisinin 6 geldiğini bilmek gerekmez. Evet, hangisinin altı geldiğini bilemediğimizde; siyah seti mi, kırmızı seti mi alacağımızı bilemeyiz. Fakat bu iki seti birden alma lüksünü bahşetmiyor. Hangisi 6 olursa olsun, sadece bir set alabiliriz.

Bu durumda yine 1/6 olur.

Çok mu karışık? Bilemedim.

Perşembe, Temmuz 26, 2007

Konuşmak - Yazmak

Evet, konuşmak ile yazmak arasındaki farklar önemli. [Yazarak dahi olsa] konuşurken konuyu belli bir çizgi üzere derli toplu tutabilmek güç. [Karşılıklı] çağrışımlar yoluyla daldan dala atlayıp, her bir dalda derinleşemeden günün sonuna varmak mümkün. Halbuki kendi halinde yazarken aynı konuyu çevirip çevirip [olabildiğince] her açıdan irdelemek şansı vardır.

Bu noktada daha önce de konuştuğumuz gibi kalabalık bir ortamda bulunulması durumunda diğerlerinin yüzeyde tutucu etkisinden kurtulmak zor olabilir. Bak, yüzey gerilimi meselesine geldik yine. Yüzey gerilimi sayesinde [özgürce] derine inemeyiz ama binalarımız da bu sayede toprağın üstünde durur.

Bir de kalabalığın toplu olarak bir mevzuya derinlemesine nüfuz edememesi vardır ki konuyla ilgili olmakla beraber şimdilik girmeyelim.

Salı, Temmuz 17, 2007

Schism



Schism, İngiliz dilinde bölünme, parçalara ayrılma, hizipleşme gibi anlamlara gelir(miş). Schedule kelimesinin de bununla alakası var bir şekilde.

Webster sözlüğünde şöyle açıklanmış:

1 : Division, sepereation; also : discord, disharmony
2 a : formal division in or separation from a church or religious body
2 b : the offense of promoting schism

Tam Olarak

Son bir kaç zamandır "tam olarak" lafını çok kullanıyorum. Acaba bununla bir kesinlik, kat'iyet mi kastediyorum? Sanırım hayır. Evet, bir şeyi tam olarak görebilmek o şey hakkında kesin bir fikre sahip olmaktır ama bu hiç olmaz.

Birincisi, hiç bir zaman tam olarak göremeyiz. Görmek derken kastedilen sadece göz ile yapılan değil şeyleri her yönden kavramak/hissetmek. Bunu hiç bir zaman tam olarak yapamayacağız. Tam şimdi farkettiğim bir şey de hep-hiç kutuplaşmasına doğru mu gidiyorum? Şimdilik böyle bir tehlike yok gibi.

İkincisi, zaten tam olarak görsek ve kesin bir fikre sahip olsak bu öldürmek olmaz. Ancak ve ancak gördüğümüz şeyi anlatmaya başladığımızda öldürmeye başlarız. Çünkü, tam olarak anlatmak bambaşka ayrı ve zorlu bir süreç.

İyi Rüya

Rüyamda bile seni iyi yapamıyor, iyi konumlandıramıyorum. Bu senin için çok acıklı bir durum olmalı, değilse bile öyle. Haberin olsun. Belki de hiç olmayacak. Bu daha da acıklı.

İyilik yapmak, hiç bir zaman iyi olmak anlamına gelmedi zaten.

Pazar, Temmuz 15, 2007

Canavar

İçimde bir canavar var ve ben onu nasıl yöneteceğimi (manage?/handle?) bilemiyorum. Bu çok varoluşsal bir problem, bunun için bile kendimi öldürebilirim ve keşke kendimi sadece bunun için öldürseydim. Seni sadece bunun için sevseydim gibi. Kimdi o şair?

Ama öldürmüyorum. Öldürmemeyi seçiyorum. Ölmek fikrinin bu kadar çok gelip gitmesinden rahatsız değilim. Bu beni sınırda tutuyor. Sınırda olmayan durumlar beni pek ilgilendirmiyor. Beni zorlayan şeyleri seviyorum. Aslında tüm bunlar tam olarak göremediğim kendimi görebilmek için yapılan sortiler. Her zor denemede (yeniden) olmadığında daha zorunu deniyorum. Ve belki hiç göremeyeceğim ya da gördüğüm zaman bambaşka, itminana ulaşmış bir insan olarak köşeme çekileceğim.

Sorun şu ki, bunu hiç yapamamış, denememiş insanların buna ulaşmış olduklarını iddia etmeleri, kendileri gibi davranmamı istemeleri çok sinir bozucu. Bazı mekanizmalarımın size benziyor olması sizinle aynı tepkileri göstermemi ve aynı sonucu almamı gerektirmez. Ve ne yazık ki, ne ben sizin gerçekten itminana ulaşıp ulaşmadığınızı bileceğim, ne de siz benim neyi aradığımı. Bu teorik olarak imkansız. Tıpkı bir silahla insanı öldürmenin imkansız olduğu gibi. Aramızdaki fark, siz kesin konuşuyorsunuz ve tüm diğer ihtimalleri öldürüyorsunuz. Bir yerde durmak ve orada yaşamayı seçmek oldukça güvenilir bir seçenektir. Yolculuğa devam etmekse risklidir.

Yolun hiç bitmeyeceğini, kendisinin (itself) amaç olduğunu ve aslında yolun nerede bitebileceğini biliyorum. Üstelik çelişkinin de farkındayım. Bu durumda aslında görmeye çalıştığım şey varılacak yer, menzil değil, yolun kendisi. Nasıl bir şey olduğu ve o yolun üstündeki ben kendim nasılım? Ruhi bey nasıllar?

So that, gelinen noktada hiç bir şey bilmediğimi biliyorum sadece. Bu.

...

Bir de kutunun dışından bakmak meselesi var ve içimdeki canavar bu belki de. Her zaman soğukkanlı olabilen, gerektiğinde insanları yiyebilen garip bir canavar. Dr. House karakteri gerçekten yaşıyor mu sizce de?

...

+ How many those pills do you takin?
- I am in pain.
+ Yeah, .. aren't we all?

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

Project Mustafa Failed

Daha önce kendisinden kısaca bahsettiğim Mustafa'nın hikayesine geçtiğimiz akşam sekiz sularında nokta koyuldu. Noktadan sonraki sessizlikte, yarın öğle namazını müteakip defnedilecek.

Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Biraz üzgünüm, çokça öfkeliyim ve daha pek çok hisse sahibim. Hiç birini tam anlamıyla ifade edebilecek gibi değilim.

...

Mustafa, birilerinin projesiydi. Projenin uygulanması esnasında yapılan yanlış tasarım seçimleri bu sonu getirdi. Halbuki, hiç kimse bir başkasının hayatını kendisi için şantiye haline getirmemeli.

...

Bir garibim, tutuk hallerdeyim.

Salı, Temmuz 03, 2007

Hoşlanılan Kız Ne Yapılır?

Geçtiğimiz günlerde kendi halinde bir Türk vatandaşı google'a "hoşlandığım kıza nasıl davranmalıyım" yazmak suretiyle mekanımızı şenlendirmiş. E haklı tabi, gençler bu konularda bilgilenmek istiyor, eski düzen el yordamıyla yaşamak istemiyorlar. Bu itibarla işin uzmanına danıştık. Buyrun efendim, hoşlanılan kız meselesinde birinci perde:

turuncu ah hoşgeldiniz sayın psikolog hanım :)

pur hoş buldum sayın blog yazarı.

turuncu canım efendim, sizi burada uzman kimliğinizle olduğu kadarıyla kadın kimliğinizle de konuk ediyoruz.

geçtiğimiz günlerde blogumuzu ziyaret eden bir arkadaşımız google teyzeye şöyle sormuş: hoşlandığım kıza nasıl davranmalıyım?

ne derseniz sayın uzman?

pur bunun üzerine siz de bir uzman yardımı almak istediniz.

t tabii tabii

p öncelikle ben soruya soru ile yanıt verme hususunda uzmanlaşmış biri olarak size sorayım nasıl davranmalı sizce?

t hmm evet, bu konuda uzman olan ahmet altan aslında.

ben de arasıra bir bakıyorum ahmet altan tandasına kayıyorum, hemen kendimi toparlıyorum mesela.

p olsun siz de uzman sayılırsınız :)

t bana kalırsa kişi hoşlandığı kıza hoş davranmalı velakin kendi olmayı elden bırakmamalı.

yani şimdi hoşlandığım kızın/erkeğin burnunu sıkmak istiyorsam sıkmamalı mıyım sayın uzman?

p bir kızın asla ama asla burnu sıkılmaz. ayrıca burnu kıvrılmaz ve de bir kıza asla ama asla burun kıvrılmaz.

t tırtıllar asla asla asla kahverengi bot giymez geldi aklıma.

p bakın aslında zengin çağrışımlar artı puandır.

eğer kullanabilirseniz, bu hayal gücünü gösterir. hayal gücü de şahane jestler yapabilme becerisi için gereklidir. şahane jestler yapamıyorsanız bir kızı etkilemeyi unutmalısınız.

t şahane jestler ha?

p şahane jestler harikulade sürprizler

t şimdi düşünüyorum, bir insan karşısındaki insana şahane jestler için ilham vermeli değil mi?

p elbette, kadın zaten ilham kaynağıdır.

t mesela şöyle düşünmeli miyiz, karşımızdaki insan harikulade sürprizler yapmıyorsa bu durumda bizde bir eksiklik olabilir mi?

p bunu kim düşünmeli?

t harikulade sürprizler bekleyen insan düşünmeli gibi geliyor bana.

p hıım sorumuz şuydu değil mi: hoşlandığım kıza nasıl davranmalıyım?

t aa evet, konu sapmış, hiç haberim yok. direksiyon başında uyumuşum ayol.

p hoşlandığın kızın sürprizlere layık olup olmadığını sorgulamamalısın: uyumamalısın! kızı kaparlar elinden uyuklamalarda Allah muhafaza. her zaman dikkatin açık olmalı.

şimdi hanım kızımız zaten prenses, ona prenses gibi hissettirebilmek için prens mi olursunuz şövalye mi olursunuz bilemem ama bu böyledir.

t aman efendim, kişi kendisini prens olarak görmüyorsa, yani ezikse, nasıl olacak bu iş?

p ezikler dünyası değil bu dünya!

acımasız konuştum fakat hakikatleri dile getirdim.

t sprite'dan acımasız gerçekler: ezik prensin, ezik prensesi olabilemez mi?

p sprite kadar gerçek işte bu: stéphane ve stéphanie

t ali ve aliye var bir de

p ezik mezik prenses prensestir, prens de prens.

t hoşlanılan kıza nasıl davranılacak efendim?

p burnunu sıkmayın

t kaçan kovalanır filan diyorlar, buna ne dersiniz?

p kaçmayın, kovalamaz. kızlar kaçar, erkekler kaçmamalı.

prenses gibi hissettirin diyorum siz kaçsak nasıl olur diyorsunuz.

t ama beyaz atlı prens önünden geçse, kovalamaz mı bir prenses?

p cık, kovalamaz, hiç eğlenceli değil prens kovalamak.

t aman efendim, bu prensesler de burnundan kıl aldırmıyor.

p atı beyaz da olsa bu böyle.

siz nasıl davranılacağını merak ediyordunuz değil mi?

şimdi bu kadın denen şeyin, sağ lob ile sol lob arası geçişini sağlayan bağlantılar erkeklerinkine kıyasla daha zengin. o yüzden hızlı düşünürler, incedirler, inceliği severler. yüzeysellikten hoşlanmazlar. anlaşıldı mı sayın turuncu?

t hoşlanılan kızın triplerine karşı ne yapmalı peki? malumaliniz toplumda bir tribal enfeksiyondur almış başını gidiyor.

p bu konuyla alakalı çalışmalarımız sürüyor efendim, henüz hoşlanılan kızın tripleri nasıldır nelerdir yeterince malumat yok elimizde. ben de sizi bloguma bu konuda bizleri bilgilendirmeye beklerim.

t efendim, bir sonraki söyleşilerde buluşmak üzere diyelim o zaman.
tabii okuyucularımızın kıymetli google aramaları ve yorumları da sonraki söyleşilerimize yön versin.

p elbette okuyucuların sorularını da cevaplandırabiliriz uzman kişiler olarak :)

efendim ben bu vesileyle sizi bir sonraki söyleşiye davet edeyim: kadınların ne çeşit tripleri vardır, naz nasıl bir şeydir konulu söyleşimizde sizin bilgilerinizden istifade edelim istiyorum.

t kısmet olursa bu konuda da insanları aydınlatalım, şimdilik hoşçakalın.

p bir sonraki görüşmeye kadar esen kalın.

bunu senin demen lazım ama ev sahibi sensin.

t olsun, ayrı gayrı mı var :)

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de