neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Cumartesi, Aralık 17, 2005

iki yol

iki yolun ortasında, bir üçgenin köşesinde.. ne yöne gitmeli?

Cumartesi, Aralık 10, 2005

hiç

bunu hiç benim için yapmadın. ne kadar acı, öyle değil mi? "aylak adam"a sempati duyan biri olarak ceketini alıp çekip giden ben olmalıyım halbuki. sana kendini dünyanın en değerli varlığı gibi hissettiren bendim oysa. üzüldüm. umarım bir gün bunları anlayabilir ve bana hakettiğim gibi davranırsın. dedim ya, üzüldüm.

Perşembe, Aralık 08, 2005

{ç || k}alıntı. *

biri şunları söylemiş. hani altına imzamı atıyorum kıvamında değil de, yakın bulduğum için link vermek istedim.

* || işareti "veya" bağlacını ifade eder. daha sonra kullanabileceğim ihtimaline karşı && işaretinin de "ve" bağlacı olarak kullanıldığını şimdiden söyleyeyim.

Çarşamba, Aralık 07, 2005

farklı doku.

bugün bahçeyi süpürürken beton zeminde farklı bir doku olduğunu farkettim, sordum, buraya ne olmuş acaba diye. Sonra farkettim ki, oraya hiç bir şey olmamıştı aslında. Diğer alanlar dökülen yaprakların rengini alarak koyu yeşil-kahverengi arası bir renge bürünmüştü. İlk zamanlar beton rengi olan her yer şimdi bu yeni renk ile bezenmişti. Benim farklı bir doku sandığım yer ise yukarı katlarda oturanların balkonlarından akan su sayesinde yıkanıp, yeniden beton rengi olarak arzı endam eden yerdi..

kabuk

Çok parçalandım parçalandıkça çoğaldım
Diye inanmazsam nasıl yaşarım, nasıl yaşarım...
Bir gün daha bitti ama yarın yeni bir gün
Diye inanmazsam nasıl yaşarım, nasıl yaşarım...

Bu da gelir geçer diye inanmazsam
Nasıl yaşarım, nasıl yaşarım, nasıl yaşarım...

Her şey insanlar için
Görmek öğrenmek için
Bazen zor da olsa

Her şey insanlar için
Umut doğurmak için
Hayatla seviştim

Hiçbir şey boşuna yaşanmamıştır
Diye inanmazsam nasıl yaşarım, nasıl yaşarım...
Uyuyordum gözüm açıldı uyandım
Diye inanmazsam nasıl yaşarım, nasıl yaşarım...
her seferinde daha önce yaşamadığım bir duyguyu yaşıyorum. ve her seferinde zorlanıyorum. yine her seferinde olduğu gibi öldürmeyen her şey beni güçlendirir diyerek kendime "güç" vermeye çalışıyorum. sinirleniyorum ve insanlar bunu içimde tutmam gerektiğini söylüyorlar. çünkü başkalarının faydası için bunu yapmam gerekiyormuş. benim faydama olan şeyleri niye kimse düşünmüyor? ben demirden miyim? hep güçlü, hep sineye çeken olmak zorunda mıyım? hiçe sayılmayı sabırla izlemem mi gerekiyor? bir sabahta beş kere insanın göğsüne hançer saplanır mı? saplanıyor işte. bütün bunlara sessiz kalınır mı? kalınıyor işte. eskiden olsa derdim ki, böyle de olmaz ki. bak yine takırdamaya başladı. ben burada onu yazarken, o orada başkasını yazıyor. bana cevap bile vermiyor. "yazmak" tam da ifade eden şey, ne garip bir dil şu türkçe. herkes yazıp duruyor. yazsınlar tabi. eline kalemi alan yazar oluyor. kitaplar, bloglar, şiirler, öyküler, dergiler.. herkes yazıyor be kardeşim.. huzursuz ayak sendromunu biliyor musun? öyle işte, ayaklarımı sabit tutamıyorum. sence kimsenin umurunda mı? sanırım değil. sanırım yok, evet kimse farkında bile değil. uykuda dişlerimi gıcırdatıyorum. bunun farkında mısın? yo, yine kimse farkında değil. bir tek anneciğim farkında, fekat.. öyle işte. franz kafka'yı bilirsin değil mi? ters dönen kasvetli böcek kafka. başka kim bilir? herkes bilir aslında. kimse de bilmez. mesela benim aylak olmak istediğimi kim bilir? kimse bilmez. öyle işte. hala kırılmadık kabuklarım var, kırınca neler olacak ben de merak ediyorum. böyle dağınık, böyle dargınım.. kime mi dargınım? bir bilsem..

Cumartesi, Aralık 03, 2005

Nasıl olmalı?

Tam olarak ne hissetmeliyim, nasıl davranmalıyım? Evet yine kötü, nereden bildin?  . . . Durdum, durdum ve bir şey yazamadım..

Salı, Kasım 29, 2005

kötü.

yanlış yerde ve yanlış zamandayım. kızgınım, sinirliyim. kime mi? yalnızca kendime.

Pazar, Kasım 27, 2005

tutamak meselesi, gariplikler vs.

tutamak sorunu dedim. dunyada hepimiz sallantili, korkuluksuz bir koprude yurur gibiyiz. tutunacak bir sey olmadi mi insan yuvarlanir. tramvaydaki tutamaklar gibi. uzanir tutunurlar. kimi zenginliğine tutunur, kimi mudurluğune, kimi isine, sanatina. cocuklarina tutunanlar vardir. herkes kendi tutamağinin en iyi, en yuksek olduğuna inanir. guluncluğunu fark etmez.

-aylak adam, yusuf atılgan-


tutamak sorunu dedi biri, evet tutamak sorunu. şüphesiz başka sorunlar da var. olmasa şaşılırdı öyle değil mi? çok zamandır kendime dahi hitap edemiyorum. duvara doğru.. kendime yazdığım mektupları kendimden başka birine verdiğimden beri, pek kendimi bulamıyorum kendimi karşımda. motorlu kuş vardı bir, bir de serçe gibi yürümeye çalışan karga. bazen çok sıkılıyorum. anlatmak, yazmak, bir şey yapmak istemiyorum. herhangi bir formda zihnimdeki parçaları aktarmak ve sonrasında anlaşılmak istiyorum. görüyorsun ya, aşamıyorum. ben de her fani gibi anlaşılmak istiyorum. biraz O'na öykünerek, bilinmek istiyorum, diyorum ben de. yanlış mı diyorum? O bilir. işte sıkılıp anlatmak, yazmak istemediğim zamanlarda bolca uyuyorum. zaten uyumasam da pek bir şey yapamıyorum. mesela bugün. bugünümü bomboş geçirdim. öğle saatlerinde yarım gibi uyandım. bir yemek yedim, bilgisayarımı açıp etrafa göz gezdirdim. sonra yine yattım, yattığımda saat ikibuçuk-üç civarıydı sanırsam. tekrar uyandığımda beş olmuştu saat ve birazdan hava kararmak üzereydi. çöpleri atıp, ekmek aldım. sonra terası yıkadım. bu annemi öyle mutlu etti ki. anlamadım onu. tam olarak onu mutlu eden şey terasın yıkanması değil, benim annem için bir şeyler yapmış olmamdı sanırım. bana dua etti. ben de burukça sevindim. neden burukça mı? bilmem. aslında yarım yamalak bilebilirim. ama bunu tam olarak bilip tam bir gerçeklik haline getirmek istemem. biliyor musun başımıza geleceklerle, bizim geleceğe dair hayallerimiz, umutlarımız arasında garip bir ilişki var. türkçe cümleler kurmak konusunda hassas olan ben, az önceki cümlede ilişki yerine "korelasyon" demeyi çok istedim her nedense. diyeceğim şu; kendini gerçekleyen kehanet teorisi işliyor çoğu zaman. bazı şeyleri sırf bu yüzden hiç düşünmüyorum. düşünmeyince başıma gelmiyor. bazen düşünmediğim halde başıma gelenler oluyor. o zaman ne yapacağımı bilmiyorum. geçenlerde, {hep geçiyor zaten} durup dururken ağzımdan şunlar çıktı: "i really dont know who am i." bu cümleyi kurmak için hiç düşünmedim, planlamadım, birden bire oldu. sanırım sadece S. duydu. öyle mi diyorsun, gibisinden bir laf etti geçti o da. başka kimse duymadı. duysa mıydı? bilmiyorum. ara sıra {ayrı mı yazılıyor sahi?} .. evet, unuttum, ara sıra 'dan sonra ne diyeceğimi unuttum. evet, bitti şimdilik. {yine iyi olmam gerekiyor.}

Cuma, Kasım 25, 2005

Blog'a mail ile yazmak.

Daha önceden keşfetmiş olduğum ama hiç denemediğim bir şey vardı: mail göndererek blog yazmak! İşte şimdi deniyorum.

 

Cumartesi, Kasım 05, 2005

bayramlık.

bayram geldi bu şehre. bana geldi mi diye soracak olursan, pek değil. zira daha önce de bayramdı bana, bundan sonra da bayram zaten. bilirsin, hep bayram bana. fakat yine de farklıydı şu bayram günleri. bir ilkti hayatımda ve sanıyorum önümüzdeki bir yıl içinde olacak pek çok şey benim için bir ilk olacak..

kadıköy'de bir bayram sabahı:

sabahın erken saatlerinde sokaklara vurmuştum kendimi. sekiz buçuk suları olmalı herhalde. aslına bakarsan kendimi çok kötü hissettim. kimse yoktu sokaklarda, dolmuşçular, taksiciler ve tinerciler dahi yoktular. bayramı bayram gibi karşılamayanlar da yoktu. kimi uyuyordu, kimisi de öyle ya da böyle ailesinin, sevdiklerinin yanındaydı. özgürlük önemli bir şey ama özgürlük herkesten uzakta yanlız olmak demek değil. aklıma özgür olacağım diyerek kendisini dağa bayıra vuranlar geldi. sahi özgürlük neydi? özgür kızın dediği gibi özgürlük içimizde miydi? neyse, biraz yürüdükten sonra sonunda bir dolmuş bulup kadıköye doğru yola koyuldum. ön koltukta, yani kapının yanındaki koltukta oturan şapkalı ve pek havalı hanımefendinin ineceği vakit, aynı yerde binmeye hazırlanan pejmurde kıyafetli beye, sanki sinek kovuyormuş gibi çekil çekil diye elini savurması pek fena bir deneyimdi bayram sabahında.. vara vardim mekanıma. uzandim ve uyudum kedicikle..

Salı, Kasım 01, 2005

kasım

1 . Yılın otuz gün süren, on birinci ayı, son teşrin, teşrinisani.
2 . Kışın başlangıcı sayılan 8 Kasım günü başlayıp hıdırellezin ilk günü olan 6 Mayısa kadar altı ay süren dönem.


ekim ayı bitti, kasım ayına girdik. bir ay boyunca hiç bir şey yazamamışım. pek fena. bir ara hediye edilmiş defterin ikinci sayfasına yarım sayfa kadar karalamıştım. vapurda bulunuyor olmaktan medet ummuş olmalıyım. ama pek olmadı yine. neden yazmadığımı az çok kavrıyorum. ama az değil, tamamiyle çok kavramam gerekiyor. yapmam gerekenleri yapmıyor, yapmamam gerekenlere karşı duramıyor oluşumdan kelli kendime duyduğum bir saygısızlık durumu mevcut. belki saygısızlık doğru kelime değil. şu an pasifize olmuş gerçek ben olduğunu düşündüğüm ben şöyle bakıyor aktif bana: aşağılık ve zaaflarına yenik düşmüş zavallı, kişilik sahibi olamamış, olduysa bile sahip olduğu kişiliği ortaya koyamayan aciz varlık! bu kadar mı kötü? evet bu kadar kötü. bugün kasım ayının ilk günü. ilk günü çok iyi geçmedi bu ayın. sonrakiler nasıl geçer bilemem. aslında bilirim. bilir miyim, bilemez miyim? şöyle: eğer kişi şikayetçi olduğu durumdan kurtulmak için herhangi bir teşebbüste bulunmazsa o durumdan pek tabii ki kurtulamaz. peki ben bunun için bir şeyler yapacak mıyım? bilmiyorum. ne biliyorum? bilmiyorum. duvarlar üstüme üstüme geliyor sevgili duvar. duvara konuşuyorum ben. duvarlar bazen yavruağzı, bazen şampanya, bazen buzbeyaz, bazen kapkara. ne garip duvarlar bizim evrenimizi çiziyor, iç dünyamızı belirliyor. hayatımdaki önemli insanlara karşı memnuniyetsizliklerim var, çözemiyorum! bu beni bitiriyor. bunu kimse bilmiyor, tükeniyorum. madencilik oyununu biliyor musun sevgili duvar? bugünlerde çok seviyorum. gerçekleri unutuyorum yerin 6000 ft. altında. belki sen de denersin. oyunda yer altında yakıtın bitmeye başladığında uyaran bir ses var. hemen yeryüzüne çıkıp yakıt ikmali yapmazsan patlıyorsun pekala. gerçi şimdilerde çok param var, yanımda yedek tank taşıyorum ya da ışınlıyorum kendimi. öyle işte tükeniyorum ben ama kimse bilmiyor. biraz çekip gitme isteği var içimde. biraz başka şeyler. her yemek gibi ben de pek çok şeyin karışımıyım.

-belki devamı gelir.

Pazar, Ekim 02, 2005

pazar.


ilginç bir gün bugün. bugün ayrı yazılıyor olabilir ama ben birleşik veya bileşik yazdım. kimseyi bağlamaz. beni hiç bağlamaz. film sahnesinde gibiyim. ikindi vakitlerinin keyfini sürüyorum hafiften. bu kadar çok blog'a göz attıktan sonra ben yazmasam olmazdı.

biraz tozlanmış bir camın ardından gün boyunca ilk defa parıldayan güneşe ve çisilder gibi yağan yağmura bakıyorum. her ne kadar vebalı muamelesi de görsem şu an kendimi çok iyi hissediyorum. ve düşünüyorum da, hep uzaklara bakabileceğim bir pencerem olmalı benim. karşı binaya bakan pencerelerden pek hazzetmiyorum. çatılar, gemiler, antenler ve uzaklar.

kendimi, hayatımı ve kendimde olanları nereye doğru sürüklediğimi bilmiyorum. bunu daha önce anlatmıştım aslında değil mi? kendime kızasım geliyor ama bir daha söylemek istedim işte. güneş daha çok parlıyor. mekan istanbul, saat onsekizsıfırdokuz ama güneş naif bir biçimde gözlerimin içine giriyor. açısı nedeniyle kirpiklerimden süzülüyor. bu süzülüş sırasında kirpiklerimdeki parıldamayı görmek çok keyifli. güneşle ısınmak ayrıca keyifli. dışarıda hava soğuk renklere büründüğünde ve dahi içerisi soğuk olduğundaki hissiyet çok fena. halbuki tok karna, güneşe karşı şöylece uzanmış olmak pek keyifli.

kafamın içi kaşınıyor. başka şeyler istiyorum. başka yerde olmak istiyorum. başka insanlarla başka hayatlar yaşamak istiyorum. ama yine de burada olmaktan dolayı keyifliyim işte. öğlen bir buçukta uyanmış olmama rağmen güneşin üflediği hafif bir rehavet bile var üzerimde. bak bu hali koruyabilirsem yarın çok çalışabilirim. çok çalışırsam kendime daha çok vakit ayırabilirim. kendime daha çok vakit ayırabilirsem, kendimi daha çok başkalarına da ayırabilirim. kendimi daha çok başkalarına ayırabilirsem, başkalarını da kendime ayırmış olurum. o zaman ne olur? bilmem belki biraz daha iyi hissederim kendimi. neden daha iyi hissederim biliyor musun peki? belki bilirsindir..

gördüğüm şeyi göstermek istedim, ama girişimim sonuçsuz kaldı işte. pili bitmiş fotoğraf makinasının. sade bir güneşti göstermek istediğim, iki perdenin arasındaki 50 santimlik aralıktan..

edit: çektim sonunda..

Perşembe, Eylül 29, 2005

nereye böyle?

nazan öncel'in nereye böyle diye bir şarkısı var, ilginçtir, neden ilginç olduğunu bilmiyorum ama bana ilginç geliyor yer yer içime dokunması. bazen düşünüyorum da: "bilader, nereye böyle?" .. bazı insanlar kontrollü olmayı severler, ben de severim bazı açılardan, kontrol manyağı olmadan ya da olmaya çalışmadan ya da olmamaya çalışarak. dil enteresan bir lastik, kafatasının içindekileri anlatabilmek için dili iyi kullanmayı bilmek gerekiyor. söz ustası olmak gerekiyor. iyi ama bir çok söz ustaları var ki, kafalarının içinde bir şey yok. şimdi burada, şuracıkta içi boş fakat güzel kelime kombinasyonlarına değinmek istemiyorum. görüyorsun ya, kafamın içindeki düşünceler bir bütünlük arzetmiyorlar. oradan, buradan ve şuradan üşüşüp, kafamın içinde dolaşan tilkilerin kuyruklarını birbirine dolaştırıyorlar. insan beyni kendisini ve konumunu tarif edebilmek için bir referans noktasına ihtiyaç duyar. nereye böyle dediğimde kendi kendime düşünüyorum da, nereye sorusunun cevabını verebilecek bir referans noktam yok halihazırda. tarih tekerrürden mi ibaret nedir?

Pazar, Eylül 18, 2005

bir gece, oylesine.

bugün pazar. uyandığımda günün yarısı çoktan bitmişti. son iki haftadır pazar günlerim hiç olmadığı kadar değişik bir biçimde geçiyor. kimseyi görmeden, kimseyle konuşmadan kendi kendime geçiriyorum pazar günlerini. bir kaç telefon görüşmesi, bir kaç internet görüşmesi, yalnız başına yenen iştahsız yemekler ve belki yan semte kadar bile uzanmayan bir kaç sokaklık bir yürüyüş. yürümeyi seviyorum. Oruç Aruoba da seviyor galiba. türk dil kurumuna inat, cümlelere büyük harfle başlamayı sevmiyorum. ama dahi anlamındaki 'de' ekini ayrı yazmayı seviyorum. ama bazen ayirsam mi ayirmasam mi karar veremiyorum. bugün de yürüdüm, dolaştım, bir kaç küçük ihtiyaç cümlesinden başka konuşmadım. mesela; "borcum nedir?", "evet.", "teşekkürler." .. tabi şunun şurasında ilginç bir tecrübe. bundan önce, henüz evde ikamet ederken, okuldan ayrılmanın verdiği bir yalnızlık duygusuna kapılmıştım. ortak bir amaç için birarada bulunan tanıdığım bir sürü insan vardı. evet, hiç bir zaman kendimi oraya ait hissetmemiştim ama olsundu. zira ben kendimi hiç bir yere ait hissedemedim doğru dürüst. biraz istanbul'u kanıksayabildim. bak, bak, istanbul yazarken kesme işareti kullandım gördün mü? istanbul'u çok seviyorum ve bunu bir gün, daha doğru ve daha gerçek bir şekilde ifade edeceğim. ama bunun için çok çalışmam lazım. bu şehrin en güzel yanı arafta oluşudur. başka hiç bir şey değil istanbul'u bu kadar büyülü ve güzel yapan. hani Gail vardı hatırlıyor musun? işte ben onun neden taksiden fırlayıp koşmaya başladığını biliyorum. ama sorma sakın "neden, neden?" diye. çünkü sana verilebilecek bir cevabım yok. sadece onun hissettiklerini biliyorum. o kadar. burada şunu farkediyor olabilirsin. kelimelerle değil, hislerle de değil. böyle garip bir biliş durumu. kelime formuna sokulamamış düşünceler ve tabii ki hisleri de içeren ama kesinlikle tamamiyle hislerden müteşekkil olduğunu söyleyemeyeceğim bir şekil ve şemalde biliyorum. o taksiden çıkmayıp ne yapılabilirdi? bilmiyorum. işte o taksiden çıkmıyorum ben. neler olacak göreceğiz. kendi başına, bir kendiyle dolaşan başkaları ne yaparlar bilmiyorum ama ben çevrede bulunanları incelemek ve düşünmek dışında pek bir şey yapmıyorum dolaşırken. neden düşündüğümü ve tam olarak ne düşündüğümü de bilmiyorum doğrusu. ama kafamın içinde hissettiğim genel durum, dişleri çıkmadan önce dişetleri kaşınan bir bebeğin dişetlerindeki o kaşıntı, o tatlı kaşıntı kıvamında. kafamın içinde beynim kaşınıyor. ama buradan ne çıkar, sulanan beynim patlayıp akar mı, yoksa başka bir şey mi çıkar bilmiyorum. ve bugün dolaşırken iki yeni kitap aldım kendime. çok kalın olmamalarına ve uzun zamandır okumak istediğim kitaplar olmalarına özen gösterdim. hem çantamda taşıyabilmek istiyorum, hem de okurken hasret duyduğum bir kitabı hissetmek istiyorum. sonra güzel bir çay içtim, fevkalade bir rayihası vardı insanın içine işleyen. aslında kitap ile çayın sırası ters olacak, önce çay içtim, sonra kitap aldım. neyse işte çok mu önemli sanki sırası? olabilir. o sırada beklenmedik bir olay olsa, tanıdık ve samimi bir yüze rastlasam, o da benim yoluma az biraz ışık tutsa, kelebek etkisi kadar hayatımı etkilese ne güzel olurdu. yemek yedikten sonra da mekanıma geri döndüm her tilki gibi. burası kürkçü dükkanı değilse de kürklü bir kedi var beni bekleyen hiç değilse. yazarken ellerime bakıyor. onun ben yazarken ellerime bakması, konuşurken dikkatle gözlerime ve dudaklarıma bakan, dinlemeyi bilen güzel insanları hatırlatıyor bana. bahçedeydim, şimdi içeri girdim, yukarı komşunun "neden saçların beyazlamış arkadaş" muhabbeti bana göre değildi çünkü. görüyorsan ya, karışığım bugünlerde ben. bu karışıklıklarımı ütülemeye çalışıyorum. anlatmak istiyorum bir yanda da.. bunun şununla alakası var mı bilmiyorum. anlatmak için yaşamıyorum. fakat içimde ve dışımda, bir bütün olarak ben'in yaşadıklarını anlatmak istiyorum. anlayacak insanlar istiyorum. bazen umutsuzluğa kapılıyorum. ait insanlar bana göre değiller çünkü. ve şöyle bir bakınca etrafa neredeyse herkes aitmiş gibi geliyor. şimdilik daha fazla yazmayacağım. bilerek ve isteyerek hiç paragraf koymadım. öylece yazdım. işinize gelirse efendim, böyle işte!

Cumartesi, Temmuz 23, 2005

okuyup, iç'enlere.

okuyunuz, iç'iniz, bir zaman su kitaplari vardi, gazoz kitapları da vardi..

koza.

çok sinirliyim bugün, çok. kendime, sadece kendime sinirliyim. başka kimseye değil. hep aynısını yaptığım için, defalarca aynı şekilde tokat yediğim için. belki de hatayı baştan yaptım. kendimi değil başkalarını üzmeliydim baştan beri. kimsenin benliğine, özüne saygı göstermemeliydim, bildiğimi okumalıydım, naif olmak yerine hoyrat ve kaba olmalıydım. bunun için suçluyum. kendime kızıyorum, sadece kendime. bir koza istiyorum. ipek bir koza. ipek bir kozam olsun diye bir sürü yaprak yiyebilirim. dut yaprağı da olur, zakkum yaprağı da... hepsini yerim. sonra ipek kozamın içinde o en müthiş dönüşümü geçiririm. her bir anı pek değerli bir dönüşüm. benekli bir tırtıldan, müthiş bir kelebeğe dönüşürüm. kanatları yağmur suyuna dahi dayanmayan, güzel, gözalıcı ve kısa ömürlü bir kelebek. kimsenin duymadığı şarkımı söyler ve ölürdüm. belki kuruturlardı beni. hiç değilse "özenli" bir koleksiyoncunun cımbızının ucunda hiç bir yerim incinmeden saklanırdım. hep hayranlıkla bakarlardı ve desenlerimin anlamını keşfetmek için her defasında daha bir dikkatle bakarlardı.

dedim ya, kızgınım bugün çokça. çok kızgınım kendime. hepsi boşa mıydı, boşuna mı o kadar kendimi hırpaladım, boşuna mı o kadar 'düşündüm', boşuna mı empati kurmak adına acı çektim. kim bilir, hiç değilse O bilir, bu kadarıyla yetinmek gerek belki. ama yetinemiyorum. henüz o kadar büyümedim, ama büyüyeceğim. öldürmeyen her şey güçlendirir değil mi? uzun süredir ilk defa ağlıyorum sanırım. çünkü yürüyebilmek adına taş kesilmiştim çok zamandır. yine taş kesileceğim, dünya böyle çünkü. başka türlüsü pek zor.

Pazartesi, Temmuz 04, 2005

"Kusursuz standartlar ve eski moda dürüstlük! Bize gereken bu! Beğenmiyorsanız Armani yolun sonunda beyler. Ama şunu söyleyeyim: O yoldan geçerseniz bir daha geri dönemezsiniz!"
('Panama Terzisi' filminden)

devamı ve hepsi

Cumartesi, Temmuz 02, 2005

çok sıcak..

hava çok sıcak ve her nasıl oluyorsa sanki eskiden olmadığı kadar çok etkileniyorum sıcaktan. kafam karışık. biraz kızgın, biraz da kırgınım. özensizlik, coşku eksikliği ve olduğu kadarıyla yetinme durumu beni çileden çıkarmak için yeterli. kapalı kutulardan da hoşlanmam. ne yapacağım peki? göreceğiz..

-----

iki yeni kitabım var, biri kalın biri ince:
Lunapark Kapandı- Mario Levi
Kabuk Adam- Aslı Erdoğan

bir kitabın ilk cümleleri çok önemlidir derdi bir hocam, ben de buraya yazayım bari:

"Hayatım, ardımda bıraktığım büyük kayıplar ve ölümlerle dolu... Ben seri cinayetler işleyen bir suikastçıyım !.. "

"Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı."

Pazartesi, Haziran 06, 2005

değişim..

Kimse kimseyi ikna etmedi aslında. Karşılıklı birbirini dönüştürüyorsun. Edebiyatın, tasavvufun ve aşkın; üçünün de ortak noktaları "dönüşüm" ve "aşkınlık". Belli bir kimliğin içinde belli bir noktada duruyorsun.
O kimliğin dışına çıkıp dönüşüyorsun ve bir de bakıyorsun öteki olmuşsun. Sen, sen değilsin artık. Edebiyat da bunu sağlıyor, tasavvuf da, aşk da... Ben bu ilişkiye başlarken çok savruktum, kaotiktim, göçebeydim; Eyüp daha dengeliydi. Sonra zaman zaman baktığımda gördüm ki o olmuşum; ben de onun dengeli düzenli yapısını alt üst ettim, o da baktı ki kendisi de ben olmuş. "Araf"ta aşkla ilgili bir bölüm vardı: "Sevgililerimizi elimizden kaçırmaktan ölesiye korktuğumuz için onlardan gelecek değişime inatla direniriz, oysa belki aşkla beraber gelen değişim tek kurtarıcımız olacak hayatta."

devamı ve hepsi

Perşembe, Haziran 02, 2005

iki kisinin konusmasi

{kendilerine bu sohbeti bizimle paylaştıkları için teşekkür ederiz.}

___________________________________

A Kişisi says:

bi konumuz vardi konusacak..

A Kişisi says:

unutmayalim demistik

^B Kişisi^ says:

aaa eweeeet

A Kişisi says:

hatirlio musun

^B Kişisi^ says:

^B Kişisi^ says:

tabiki deeeeee

^B Kişisi^ says:

şimdi bu kitap kısın gerçek günlüü müymüş??

^B Kişisi^ says:

emin miyis bundan???

A Kişisi says:

evet eminiz.

^B Kişisi^ says:

hımmm

A Kişisi says:

ama şey var

^B Kişisi^ says:

..

A Kişisi says:

kız bi yerlerde sondaki gerçek aşkı bulma bolumu gercek degil, hayalim demiş.

^B Kişisi^ says:

ewt olabilir

A Kişisi says:

tabi boyle bi sey demis mi bilmiom, bi rivayettir duydum.

^B Kişisi^ says:

yani o yaşta böle şeyler yaşamış olabilecei

^B Kişisi^ says:

bana pek inandırıcı gelmemişti

^B Kişisi^ says:

ama gene bu yaşta bunları hayal etmesi

^B Kişisi^ says:

ya da ne biliiim birilerinden dinleyip de kağıda dökmesi de pek mümkün deil dimi?

A Kişisi says:

hı hı

A Kişisi says:

geri kalanlar bence gercek, cunku uslup hissettiriyor, her ne kadar ceviri de olsa.

^B Kişisi^ says:

kısaca söliim sewmedim ben pek bu kitabı

^B Kişisi^ says:

kızdan tiksindim hatta

^B Kişisi^ says:

nası bu kadar basitleşebilir bi insan,bi KADIN

^B Kişisi^ says:

!!

A Kişisi says:

kızı sadece sex manyagi olarak mi goruyorsun

A Kişisi says:

buradan onu mu anlamaliyim

^B Kişisi^ says:

manyaklık deil de pek..

^B Kişisi^ says:

nası desem

^B Kişisi^ says:

hımmm

^B Kişisi^ says:

ne biliim bu kadar basit mi birileriyle yatmak??

^B Kişisi^ says:

yatmayı da geçtik diyelim neydi o 5 kişiyle birden

^B Kişisi^ says:

!

^B Kişisi^ says:

salaklık bence manyaklıktan çok

^B Kişisi^ says:

ama tabi kendisi istemese bunların hiçbiri gelmezdi başına

^B Kişisi^ says:

orası ayrı

A Kişisi says:

şimdi katılıyorum; ben erkek halimle oyle hemen tanistigim bi kızla ayni yatagi paylasamam..

^B Kişisi^ says:

yani impossible yaa

^B Kişisi^ says:

ötesi yok yani

A Kişisi says:

olayin gelisimi cok ilginc.. biraz merak, biraz sınıfta ilk kim yapicak derken bir gaz deyip baslio.

^B Kişisi^ says:

ewt ama ne kadar aptal bi gazdır bu böle

A Kişisi says:

gencler pek cok seyi aptalca gazlarla yapmazlar mi?

^B Kişisi^ says:

ewt ama biraz daha ne biliim işte masum şeylere cesaret edebilirler gibime gelio

A Kişisi says:

ilk yattigi cocuk, hatirliyor musun, cok yakisikli ama surekli bunu asagiliyordu, ama bizim aptal kız hala onu seviyordu, aşık oldugunu dusunuyordu..

^B Kişisi^ says:

ya da bisim toplumumuzda sex kawramı rahat bi kawram olmadıı için bana gençler cesaret edemezmiş gibi gelio

^B Kişisi^ says:

ewt..

A Kişisi says:

aslinda sanki orada kopuo olay.. o cocukla baslio her sey.. ondan sonra daha normal bir seymis gibi bakmaya baslio olaya.

^B Kişisi^ says:

tmm hadi bi kere yapınca normal bişi haline geldi gözünde o olay,ama neden yani gidip de 40 kişiyle birden yapıo?

^B Kişisi^ says:

1 kişiyle yap hadi ondan ayrıldın,gerçekten sewdiin biri bulduunda tabi onla da yaparsın,

^B Kişisi^ says:

ama not with 40 people in such a short time

^B Kişisi^ says:

diorum

A Kişisi says:

ama ile baslayan cumlenin short time ile bitmesine sasirmadim desem yalan olur

^B Kişisi^ says:

^B Kişisi^ says:

o niye o?

A Kişisi says:

tam olarak orayi kestirmek zor,, garip, birinden birine atlio, ayni anda bir kac herifle birlikte yatio falan..

benim takildigim noktalar onlardan çok, her aksam eve geldiginde pisman olmasi,

A Kişisi says:

kendisini temiz hissetmesi icin saclarini fircalamasi..

A Kişisi says:

bundan dolayi surekli olarak vicdan azabi gibi aci duymasi..

^B Kişisi^ says:

ayy ewt dimi

A Kişisi says:

aynaya baktiginda eski safligindan eser kalmadigini hissetmesi.

^B Kişisi^ says:

madem pişman oluosuun yapma olsun bitsin

^B Kişisi^ says:

kandırıo kendini temizim bilmem ne die

^B Kişisi^ says:

nası bi desire ki bu karşı koyamıo

^B Kişisi^ says:

yok kardeşim werin öldüriim o kızı

A Kişisi says:

sen simdi kızı recm edersin,

A Kişisi says:

taşlayalım mı

^B Kişisi^ says:

^B Kişisi^ says:

taşla anasını satim

^B Kişisi^ says:

başka ne diim ki

A Kişisi says:

bilmiyorum.. bir iz ariyorum ama yakalayamiyorum bir turlu.

A Kişisi says:

tam olarak tum bunlari yapmasini saglayan şeyi ariyorum.

^B Kişisi^ says:

hımmm

A Kişisi says:

bazi gunahlar garip oluyor, bir kere yapinca daha fazlasini yapiyor insanlar.

A Kişisi says:

mesela kumar gibi, mesela sex gibi..

^B Kişisi^ says:

ewt,yasak olan hep tatlıdır derler ya..

A Kişisi says:

melissa nın yaptigini turk erkekleri de cokca yapiyorlar ama tabi gunluk tutmuyorlar

^B Kişisi^ says:

aynı hesap işte.

^B Kişisi^ says:

euhe

^B Kişisi^ says:

aman bırak tutmasınlar

^B Kişisi^ says:

sen şahsen tuttun dielim böle bi günlük (bi warsayım)

^B Kişisi^ says:

bunu tutup da yayınlatma ihtiyacı/arzusu duyar mısın mesela??

^B Kişisi^ says:

sorarım sana

A Kişisi says:

olabilir..

A Kişisi says:

ciddi ciddi dusundum bunu

A Kişisi says:

daha once de dusundum..

^B Kişisi^ says:

^B Kişisi^ says:

çok meraklandım bak şimdi

A Kişisi says:

ne bilim, hani bu felsefeci bozuntularının dile getirdigi kavramlar vardır ya..

^B Kişisi^ says:

kawramlar?

A Kişisi says:

tek basimiza var olabilir miyiz, yada varligimizi hissedebilir miyiz?

A Kişisi says:

bilinmek isteriz, bilinince var oluruz.

A Kişisi says:

bilinmek icin ortaya eserler koyariz.

A Kişisi says:

heykel yapariz, kitap yazariz.. bunlarla biliniriz, belki icimizden bir seyleri anlatma sansina sahip oluruz.

A Kişisi says:

sanat aslinda bundan dogar filan.

^B Kişisi^ says:

hımm anladım

^B Kişisi^ says:

eee?

A Kişisi says:

bilindikce sonsuz oluruz, ancak boyle sonsuz yasamin sinirlarina yaklasiriz.. filan.

A Kişisi says:

bir de şu düşünce vardir:

sanat kendini anlatma cabasidir. ressam resminde kendi anlatir,

A Kişisi says:

yazar kitabında kendini.. kimsenin anlamadigi, gunluk hayatta anlasilamayacak ruhunun derinliklerini anlatmaya calisir

A Kişisi says:

etrafına baksana, herkes anlasilmak icin cabalamiyor mu..

^B Kişisi^ says:

yani ewt

A Kişisi says:

ergenlik doneminde gencler kimse beni anlamiyor diye aglamaz mi?

^B Kişisi^ says:

euhe kesinliklee

^B Kişisi^ says:

:

^B Kişisi^ says:

A Kişisi sends:

Transfer of "munch12.jpg" is complete.

A Kişisi says:

meshur cıglık tablosu..

^B Kişisi^ says:

bu resmi bi ark.ım lisede çalışmıştı bilio musun

^B Kişisi^ says:

^B Kişisi^ says:

ewt

A Kişisi says:

adam resmen bagirio, kendini anlatmaya caliso.

A Kişisi says:

di mi?

^B Kişisi^ says:

hıhı

^B Kişisi^ says:

arkada da 2 tip

^B Kişisi^ says:

farkında bile deil

A Kişisi says:

evet.

^B Kişisi^ says:

belki adamın çığlıının

^B Kişisi^ says:

ee sen kendinden bahsediodun?

A Kişisi says:

dur, geliom

^B Kişisi^ says:

günlük fikrinden?

^B Kişisi^ says:

piki

^B Kişisi^ says:

kaç iş birden yapıon sen beaa

A Kişisi says:

simdi herkes kendini anlatmaya calisio, burada hem fikiriz.

A Kişisi says:

is yapmiom, dusunuom, bi de ben biraz baktim resme.

A Kişisi says:

simdi..

^B Kişisi^ says:

hee pardon

^B Kişisi^ says:

A Kişisi says:

herkes kendini anlatmaya calisio, bu bir.

cunku herkes bilinmek istio, bilinince var oldugumuzu hissediyoruz, bu iki.

^B Kişisi^ says:

anlaşıldı houston

A Kişisi says:

simdi, sanat mevzusuna geri donersek.

A Kişisi says:

resimde, yazıda, muzikte, daha dolaylı anlatimlar.

A Kişisi says:

neden bunlarla kisitladim sanat dunyasini dersen, az cok kulturum bunlari kapsiyor, digerleri hakkinda cok fazla atip tutacak fikrim yok acikcasi..

A Kişisi says:

mesela heykel kulturum yoktur pek.

^B Kişisi^ says:

tmm canın saolsun

A Kişisi says:

neyse sanat genel itibariyle dolayli bir yol.

A Kişisi says:

bir nevi soyutlama.

^B Kişisi^ says:

ewt bu da tmm

A Kişisi says:

soyutlama kelimesinin anlamini ise bilgisayar muhendisliginde daha iyi anlamak mumkun, şöyle ki: mesela java bizim icin bir soyutlama yapar, ne yapar, farkli işletim sistemleri farklı şekillerde çalışır, hepsi için ayrı şekillerde program yazılır, bu da uzun ve yorucu bir iştir. java tum isletim sistemlerine uyumlu bir platform gelistirmistir, biz programi java da yazdigimizda program isletim

A Kişisi says:

sisteminden bagimsiz olarak java platformunda calisir.

A Kişisi says:

engebeli bir yuzeydeki tum bosluklari doldurarak bize duz bir ortam sunar.

A Kişisi says:

bir "base

A Kişisi says:

bir "base" sunar, boylece o "base" uzerinde yuksek ve saglam binalar inşa edebiliriz.

^B Kişisi^ says:

bi sn tel.

A Kişisi says:

tmm

^B Kişisi^ says:

geldiiiiiiiiim

^B Kişisi^ says:

pardon çok

^B Kişisi^ says:

zor işte sewgilin mi war derdin war

A Kişisi says:

onemi yok

^B Kişisi^ says:

bir "base" sunar, boylece o "base" uzerinde yuksek ve saglam binalar inşa edebiliriz.

^B Kişisi^ says:

demiştin

A Kişisi says:

bu konu da acik mi?

^B Kişisi^ says:

jawa örneği üzerine

^B Kişisi^ says:

si

A Kişisi says:

jawa deil bi kere: java!

A Kişisi says:

neyse..

^B Kişisi^ says:

aman!hıhh

^B Kişisi^ says:

A Kişisi says:

simdi, sanat yoluyla kendi anlatanlar bir sekilde soyutlamaya gidiyorlar.

A Kişisi says:

bir sekilde daha soyut bir yerde, belki daha kolay bir sekilde kendilerini anlatacaklari bir zemin olusturuyorlar.

A Kişisi says:

ne bileyim, edebiyatın ve suslu cumlelerin.

A Kişisi says:

yada renk renk boyalarin..

A Kişisi says:

yada cesit cesit melodilerin..

A Kişisi says:

aslinda ruhlarindaki gercek engebeleri ogrenemiyoruz.. onlar ne kadar gosterirse..

A Kişisi says:

cunku kullandiklari soyutlama ve onlarin ne kadar kullanacaklarina verdikleri karar olcusunde gorebilioruz ruhlarindaki, kişiliklerindeki girinti ve cikintilari.. yani onlari, tam olarak kendilerini..

A Kişisi says:

cıglık tablosunda, adam direkt olarak ben kendimi anlatmak istiyorum, bakın kimseye duyuramiyorum diyor.

^B Kişisi^ says:

hıhı

A Kişisi says:

ama bir baska ressamin tablosunda yaşadıgı acıyı/sevinci/huznu/coskuyu gormek daha zor olabiliyor..

A Kişisi says:

yada edebi eserler icinde gecerli bu..

A Kişisi says:

yada muzik..

A Kişisi says:

duygulari ifade etme konusunda nightwish in yaptigi muzigin ayri bir yeri vardir die soylemeden gecemem

A Kişisi says:

neyse, sanirim bu konuda da hem fikiriz..?

^B Kişisi^ says:

bak sen

^B Kişisi^ says:

ewwwwttt

^B Kişisi^ says:

A Kişisi says:

guzel

bu durumda, insanın, kendisini anlatabilmesi için, tamda kendisini, çıplak olarak, her turlu soyutlamadan kurtulup "tam" da kendisini anlatabilmesi için daha elverişli bir yol olmali. daha sade, daha iyi anlatan bir yol..

A Kişisi says:

orada misin

^B Kişisi^ says:

dinliom seni

^B Kişisi^ says:

ewt

^B Kişisi^ says:

tabiki

A Kişisi says:

simdi, nerdeyiz, nereye geldik,?

^B Kişisi^ says:

yol arıos

^B Kişisi^ says:

nası yapsak da anlatsak tam olarak kendimisi

^B Kişisi^ says:

naapsakki

A Kişisi says:

bir sonraki adımı anlamışsındır sanırım..

^B Kişisi^ says:

yani??

^B Kişisi^ says:

en özelini paylaşmakla mı?

^B Kişisi^ says:

gerçekten de en çıplak olduumuz anları anlatmakla mı?

A Kişisi says:

gerçek sen o degil misindir aslinda,?

^B Kişisi^ says:

ewt galiba öle oluo

^B Kişisi^ says:

tüm silahlarından arındıın zamanlar..

A Kişisi says:

yep aynen oyle.

A Kişisi says:

neyse..

A Kişisi says:

bilmiyorum gunluk tutuyor musun,

A Kişisi says:

ben cok istikrarli degilim bu konuda..

^B Kişisi^ says:

yok

^B Kişisi^ says:

teee orta2 we 3 te tutmuştum

^B Kişisi^ says:

o kadar

^B Kişisi^ says:

liseye geçince banal gelmeye başladı nedense

A Kişisi says:

basliyorum bir sure devam ediyorum,

sonra kesiliyor, sonra yine devam ediyorum filan.. uzunca bir sure, gunluk niyetine yazdigim seyleri bir arkadasima verdim.

^B Kişisi^ says:

hadi yaa..

^B Kişisi^ says:

A Kişisi says:

hissettiklerimi, yasadiklarimi, hayata bakisimi, iste benim icimde ne varsa bilsin die..

^B Kişisi^ says:

anladım

A Kişisi says:

yani deftere yazmiodum, aksam eve gelince yaziodum, ertesi gun ona veriodum.

A Kişisi says:

sonra aslinda beni o kadar da iyi taniyamadigini farkettigimde cok uzulmustum

A Kişisi says:

hala da uzulurum.

^B Kişisi^ says:

bu onun şanssızlığı..

A Kişisi says:

cunku o kadar cok yazmisim ki,

^B Kişisi^ says:

yuh

^B Kişisi^ says:

gerçekten mi

^B Kişisi^ says:

iiymiş baya

A Kişisi says:

iste kendisi o kişi olur, neyse, bende sana demistim ki, artik kendimi o kadar guclu hissetmiyorum diye..

A Kişisi says:

dusunsene onlarca sayfa yaziyorsun, yine de karsindakinin seni anlamadigini farkediosun.

A Kişisi says:

kotu bi his..

A Kişisi says:

bosuna bir çaba gibi..

A Kişisi says:

halbuki neredeyse her şeyimi anlatmistim.

^B Kişisi^ says:

yani kal gelir insana bi noktadan sonra

A Kişisi says:

neyse iste..

A Kişisi says:

diyecegim şuydu: gelmek istedigim nokta:

^B Kişisi^ says:

..

A Kişisi says:

bence; insan kendini en iyi, bir gunluk ile anlatabilir, en gerçek, en korunmasız anlarını, hislerini anlattigi yazilarda. suslu cumlelerle bogulmus seyler degilde, sade ve icten..

A Kişisi says:

ama buna ragmen, cok yakinlastigin bir insan bile onlarca sayfa yazdigini anlamayabilir.

^B Kişisi^ says:

euhe,maalesef

A Kişisi says:

burada tam bir kaos:

kendini anlatmak icin gunluk yazarsin..

ama yine de kimse anlamaz..

dusunsene, melissa gunlugunu yazdi, sence kac kisi onun gercek kisiligini anlamak icin caba sarfetti?

^B Kişisi^ says:

yani, düşünülmesi gereken bi nokta bu..

A Kişisi says:

ne istiyordu? ruhunun derinliklerinin anlasilmasini..

aslinda o da istemiyor ve yanlis oldugunu biliyor o kadar cok herifle yatmanin dogru olmadigini.. bir sekilde kendine, vucuduna hakim olamadi..

A Kişisi says:

her neyse işte, butun bunları yazdı, milyonlar sattı.. ama yine de istedigi gibi anlasilabildigini sanmiyorum.

A Kişisi says:

işte bu bu bu sebeplerden gunlugunu yayinlamak aslinda o kadar da teşhirci bir şey degil diye dusunuyorum.

A Kişisi says:

him, sen yayinlayabilir misin, dersen, henuz degil. yani hala o cesarete sahip degilim.

^B Kişisi^ says:

ewt bu açıdan bakınca justify edebiliosun durumu,gerçi yaş unsuru sanırım ortalıı karıştırıo..

^B Kişisi^ says:

bu yaştaki bi kıs?diosun

^B Kişisi^ says:

nası yani!?!?!? diosun

^B Kişisi^ says:

oha falan oluosun

^B Kişisi^ says:

sen yapma zaten boşwer

^B Kişisi^ says:

ne gerek war ayol

A Kişisi says:

oyle iste. yoruldum.

A Kişisi says:

dinledigin icin tesekkur ederim

^B Kişisi^ says:

euhe rica cnm ne demek

A Kişisi says:

bu konusmayi kaydedecegim.

A Kişisi says:

mahsuru yok di mi

^B Kişisi^ says:

yook

^B Kişisi^ says:

ben konuşmadım ki zaten )

^B Kişisi^ says:

tmmı sana ait

^B Kişisi^ says:

bak bunları da kaydet emi

A Kişisi says:

yok bunlar disinda kaldi.

^B Kişisi^ says:

aaaaa olmadı amaaaaa

A Kişisi says:

iyi naapalim bunlari da yazalim ustune.

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de