neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Pazartesi, Aralık 31, 2007

Cahit Amca

Her gün işe giderken veyahut başka bir gün başka bir yere giderken, sabah güneş doğmadan uyanıp koştururken, yahut öğle saati bir karşılamaya koşarken önünden geçtiğim dükkanın sahibidir Cahit Amca.

Eski ve bakımsız bir köşkün altında, ne ufak ne de büyük, düzenli fakat pırıltılı olmayan bir dükkanı vardır. En az yirmi senelik olduğunu tahmin ettiğim tabelasında "Tesisatçı Cahit Usta" yazar.

Cahit Amca az konuşan, genelde yalnız dolaşan, hoş sohbet ama sohbeti uzatmayan, halim-selim ama ezik olmayan ilginç bir adamdı. Bir sefer kendir lazım olmuştu, bir seferinde de bunu nasıl yaparım diye danışmıştım kendisine. Böylece tanışmıştık. Ha, bir de beyaz kıvırcık saçları vardı.

Yılın son sabahında, erken bir saatte vapura yetişmek için hızlıca yürürken, camına yapıştırılmış a4 boyutundaki kağıt dikkatimi çekti: "Tesisatçı Cahit Amca vefat etmiştir. Cenazesi İmrahor'dan kalkacaktır."

Pazar, Aralık 23, 2007

İyi Geceler

Gecenin körü olmuş. Hiç bir ışık yanmıyor evin içinde. Gece karanlık olmalı, ışık niye ki?

İnsanlar gelmişler, iyi geceler demişler ve kapıdan dönmüşler.

Cuma, Aralık 21, 2007

Dönerler

Size ne anlatayım istersiniz? Her sabah doğan güneşin çok uzaklardan kimleri çekip getirdiğini bilir misiniz? Uyanır ve derler ki; gemilerle her gece biz çok uzaklardan döneriz.

Yavaşça çeker getirir güneş, hayır koparmaz. Sonra yine yavaşça götürür. Dönüşlü olan hiç bir şey kopmaz. Dönüşlü fiiller gibi kendine dönen insan, kendinden kopmaz. Dönüşlü fil hayattan kopmaz. Dünya döner, güneşten kopmaz.

Bir de pervane var...

---

Çok uzaklardan dönerler belki her bakışta. Başka alemlerin erbabı olmuşlardır, kimse bilmez.


Her bir kutu dıştan bakıldığında birbirinin aynı ne de olsa. İçinde koyun mu var, yoksa bir kedi mi? Tasması da nerde koyunun? Kedi hem var, hem yok. Ya koyun? O da öyle. Kutuların dışı hep aynı. Kimi kutular gördüm, içi hiç kutu gibi değil, kocaman. Çünkü dönüşlü. Dönüp duruyor tıpkı bir evren gibi, muhayyile gibi. Kutuların dışı hep aynı.

Çok uzaklardan dönerler, bir evren büyüklüğünde kutularının içinden çıka gelirler. Kutuların dışı hep aynı, çıkınca dışına kimse bilmez işte.

Blog ve Yeri

Blogun hayatımızdaki yeri konulu bir mim başlamış ve hatta bitmiş bile. Bir süredir yazmadığımdan bu mim de bekleyen dosyalar arasında yerini almıştı ve şimdi günyüzüne çıkıyor işte.

Blog yazmaya nasıl başladım?

Bundan yaklaşık üç sene kadar önce etrafta bu kadar çok blog yokken bir seyir defteri tutmak için başlamıştım. Kendi kendine yazarken birilerinin okuyor olması bir miktar teşhircilik sosu katıyor gibiydi ve bunu aşabilmek için olayları değil de kavramları yazmayı tercih ettim. Bu yüzden metinler çoklukla kapalı ve zata mahsus bir hal almış olabilir.

Yazmaya başlarken gözettiğim bir diğer husus, bir şekilde ortaya çıkan çeşitli fikir-duygu durumlarının derli toplu arşivlenmesiydi. Zira blog yazma aşamasına gelene dek yazdıklarımın bir kaydı olamadı.
Blog yazılarımın konusu belli bir çizgide olması için çaba gösteriyor muyum? Yoksa içimden geldiği gibi mi yazıyorum?

Evet, blog yazılarımın belli bir çizgide olması için çaba sarfediyorum: öylesine kendim için. Bu yüzden içimden geldiği gibi, sadece içimden geldiği gibi yazılması önşartını arıyorum kendi cümlelerimde.
Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor muyum?

Blog yazma işi bir nevi içimdekileri dökme seansı olduğundan bunun için ayırdığım vakti diğer başka bir şeyden feragat ediyormuş gibi tanımlamak istemem. Ve fakat bunun yanında, sadece içimden geldiği gibi yazmak istediğim için ancak başka şeylerden arınmış olmam gerekiyor. Böylece bir şeyleri erteleyip blog yazma işine girişemediğim sonucuna varabilirim.
Blog yazmak benim için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?

Hiç bir zaman düzenli yazabilen bir insan olamadım. Bu yüzden periyodu ne kadar geniş olursa olsun süreli yayınlarda yazamayacağımı düşündüm hep. İnsanların düzenli yazı bekliyor olmalarını da yazma sürecimi etkilememesi için pek dikkate almıyorum. Halihazırda görüldüğü üzere bir günde iki yazı da olabilir, iki hafta boyunca tek bir harf bile düşmeyebilir. Neticede öylesine kendim için yazdığıma göre beklentilerin bir zorunluluk oluşturmaması gerek, öyle değil mi?
Blog yazmayı daha ne kadar sürdüreceğim?

Bu konuda herhangi bir öngörüm yok. Herhangi bir konuya yoğunlaşmayıp seyir defteri şeklinde devam ettiğim için olabildiğimce sürmesini diliyorum.

---

Tabii ben de insanların neden ve nasıl yazdıklarını merak ediyorum. Bu cihetle, "Bir Delinin Güncesi"ni, "Pur"u ve "Imagine Room"u sobelemek istiyorum. Evet, çok eskiden mim değil de sobelemek derdik biz buna.

Cumartesi, Aralık 01, 2007

Sana Değil, Senin İçin Ağlasaydım

Hayal dergisinin güncel sayısında bir Reşide Sarıkavak şiirleri incelemesi varmış. Derginin dosya konusunun 'şiir ve zeka' olmasını es geçip, metinde dikkatimi çeken bir paragrafı şuracıkta alıntılamak isterim.

(...)

Sarıkavak, şiirini genellikle karşısındaki muhatabına söyler. Muhatap aynada yansıyan kendisidir aslında. Çünkü şiir yazılmış ise söylen(e)memiş demektir. Ve şair kendisine sığınmaktan başka çare bulamamaktadır. Sarıkavak kendisinden ve şiirinden beslenmesini bilen bir şairdir. Melankoli ona tuhaf bir hafiflik katar ve şiirini havalandırır. "oturupta karşında / sana değil / senin için ağlasaydım" derken gözyaşının nasıl değer kazanacağını pratik bir şekilde anlatmaktadır. Muhatabını bu denli önemseyen şair biraz sonra "bu kez sana da ağlamadım" diyecektir. Gözyaşının bittiği noktayla şiire konulan nokta aynıdır. Son zamanlarda şiirimizde göze çarpan umuma hitap etme tarzını benimsemeyen Sarıkavak, şiirin içine bir "sen" koyarak romantik olduğnu farkettiriyor. Şunu da ilave etmeliyim ki; romantik olması sembolist olmasına engel değildir. "bir avuç su içip de / dönüp sırtımı gittiğim / ırmakta olmadı hiç gözlerim / o yüzdendir / mirasım da yok / affedin". Gitmeyi ve aidiyetsizliği bu denli vurgulayan Sarıkavak, terekesinde hiç malvarlığının olmamasından ötürü af diler. Bu mısralardan yaşamın bir ırmak kıyısı olduğunu, akan giden zamanın ise ırmağa öykündüğünü, ölmeyecek kadar suyun kendisini ihya ettiğini metaforlara hâkim olarak okura anlatmıştır.

(...)

Cihat Duman

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de