neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Çarşamba, Şubat 23, 2005

put your lights on..

oncelikle hemen soylemeli; yazacaklarimin baslikla hic bir alakasi yok, sadece o anda o çalıyordu. şimdi ise çalmıyor. hayat bazen akmıyor, bazen de akmıyor. pek de doğal olarak.

bugün, bir fikrim için, bir hayalimin gerçek olması için ilk girişimde bulundum, ama son olmayacak. olumsuz bir cevap aldığım söylenemez ama yine de benimle aynı heyecanı yaşamadığını görmek açısından öğreticiydi. bazen bütün maharetin burada yattığını, evet evet tam da burada yattığını düşünüyorum. kendi yaşadığı heyecanı bir diğerine tattırabilmek. aslında bu konuda kendime haksızlık etmemeliyim, çevremde benimle bu heyecanı paylaşıp peşimden gelen insanlar var. ben onları seviyorum. onlar da beni seviyor olmalı. ve bana inanıyor olmalı.. ama herkes buna inanmalı, herkes bunu yaşamalı.. bir yazarın kitabını okuyan insanlarin gozlerinde bir pırıltı aramasını şimdi daha iyi anlıyorum galiba.

yarın büyük bir gün olacak belki, bir derdim var. diyecegim belki yarin aksam..

Salı, Şubat 22, 2005

sabah sabah.

sabah oldu. kimse nasıl sabah olur bilmem. istanbul'a sabah oldu. sabahın seslerini severim ama gemilerin neden sabah sabah bolca düdük öttürdüklerini bilmiyorum. sis de yok halbuki. şehir magandası kıvamında birbirlerine selam mı veriyorlar ne? minibüslere korna çalmayı yasakladıkları gibi gereksiz yere korna çalmak gemilere de yasaklanmalı.


Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahta boşa
Saatler çalışır izinsiz
Hep bir sonraya
Resimler sararır
Güneşsizlikten
Dostlar dağılır dört bir yana
Kendi yollarına

Ve sen
Ben
Değirmenlere karşı
Bile bile
Birer yitik savaşçı
Akarız dereler gibi
Denizlere
Belki de en güzeli böyle...

Uçurtma uçar sözlüğümden
Geri gelmeyecek bir kuş
Yaşanmamış kırıntılar
Sadece bir düş


değirmenler çalıyor, bülent ortaçgil'e saygılar diyip şebnem ferah söylüyor. bugün şöyle hissettim: bülent ortaçgil şarkılarını seslendirmemeli. tıpkı, santana gibi, şarkıları yazmalı, bestelemeli ama başkaları yorumlamalı. özellikle zuhal olcay yorumları, oldukça güzel.

çıkmıyor işte, istediğim şeyi yazamıyorum. en iyisi bir alıntı yapıp geçip gitmek, olur ya belki bir gün ben de "tam" da istediğim şeyi yazabilirim..


"Keşke bu yola çıkmasaydım" diye kişi,
eski yerini özlüyordur -- ya da,
ulaştığı (ulaşabileceği) yeni yer(ler)den
korkuyordur.

Nereye --ne yere--- gittiğini, gideceğini,
gitmek istediğini bilmeyen kişi için,
her yol aldatıcıdır.

Sürekli yolda olması gereken kişi
-- yeri yol olan kişi --, bir yere yerleşme
istediğini her duyduğunda,
kendini aldatıyordur.

yürüme, oruç aruoba.


öyle işte, hala eksik hissediyorum kendimi, yazamıyorum işte, kendimden mi korkuyorum yine yoksa? içime yine yolculuk mu düştü nedir?

Pazar, Şubat 20, 2005

tam ortasında..

tam ortasındayim önemli bir işin, önemli şeylerin. bir his diyor ki, tam ortasındayım sanki hayatın dahi.. hıh, ne ilginç: belki ben de "ortasındayım" dedigimden iki sene sonra veda ediveririm hayata.. bugun nereden de esti bu yazma istegi? şundan: oyle bakiyordum, birine ait web adresini gordum ve girdim, megerse blog adresiymis. benim de yazma istegim depresti. aslinda buna ihtiyacim da vardi ama erteleyip duruyordum, her seyin ortasindayim diye. halbuki her seyin ortasindayim diye o herseyin ortasindaki kendimi niye erteliyorum ki? aslinda herkes her zaman erteliyor kendisini. belki ben biraz daha az erteliyorum diye hayatimda bazi baska seyleri erteledim. hayatla kendim ayni hizla, ayni anda ilerleyemiyor muyum acaba? bu bir sorun mu? yoksa ben hayata mi benziyorum, bunun icin mi cakisiyoruz? yoksa hayat mi bana benziyor? bilmiyorum. bildigim şu: ben, kendim için, en az hayat kadar belirsizim. umarım bu belirsizlik beni bogmaz bir gun..

Perşembe, Şubat 10, 2005

istanbul'da kış, uzak..

istanbul'da kış var uzun zamandır. istanbul için yeterince uzun bir zaman. etraftaki manzaraya bakıp, uzak'ı hatırlamamak elde değil. o güzel filmi.. uzaklar beraberinde yolları, yollar yürümeyi gerektiriyor. çok zamandır ben de evde tıkılı kaldığımdan olsa gerek, yürüme ihtiyacı hasıl oldu. çok zamandır ihtiyacım olan kitaplara doğru döndüm yüzümü. ve tabi ki oruç aruoba! yürüme'ydi dikkatimi çeken. işin ilginç yanı, okurken yürüyorum da, okuma bittiginde bir yere varamamış oluyorum. yazarın bir diger kitabında bahsettiği gibi, aslında zaten varamayacağımı bildiğim halde okuyorum. ve aynı zamanda varmamayı isteyerek.

şöyle yazıyor 69/1 'de:

Yol, kendine bir yer bulamamış
kişinin özlemidir.

Kendi yerini yerleşiklikte
bulamayan kişi,
onu yolculukta arar.

Nasıl, bir yer, bir yolun başı ya da sonu;
bir yol da, bir yerden önceki ya da sonraki
bir durumsa -- kişinin durumu da,
hep, öyle, ya da böyledir...

..
şüphesiz ki, bu kitap yolculuğunu bir kitapla sınırlandıramazdım, zaten buna kalkışsam bile başaramazdım. nazan bekiroğlu'nun yûsuf ile zuleyha'sı da 10 şubat'05 tarihiyle okuma alanıma girdi. okuma alanı da nedir, diye düşününce şimdi kendi kendime, aslında benim hayatımda olan, fakat benim kendime bile söylemediğim bir şeydir. bir masa lambasının masanın üzerinde belirli bir alanı aydınlatması gibi, benim de okuma alanıma belli sayıda kitap girebiliyor ve sonra yenileri..

Çarşamba, Şubat 09, 2005

başlarken..

blog denen bu şey, birden bire yayıldı mantar gibi. takip edemedim açıkçası, neyin nesi olduğunu. tam olarak ne olduğunu hala bilmiyorum ama ilk postamı gönderiyorum. bir nevi ayşe arman'cılık mı oynuyoruz yoksa?

günler geçtikçe, günlerin izini düşürürüm diye düşündüm. her gün bir iz bırakır mı? sanki bırakmalı gibi geliyor. daha çok küçükken, anneciğim beni günlük tutmaya teşvik ettiğinde, iyi ama ben her gün yazacak şeyi nereden bulacağım, demiştim. o da bana her gün değil de önemli şeyler olduğunda yazmam gerektiğini söylemişti..

o günlerden bu yana köprülerin altından öyle çok sular aktı ki. hala bazı zaman günlük damarım kabarır da bir şeyler yazarım. bir süre sonra yine yavaşlar. bu böyle devam edip gider. biliyorum ki, burası için de benzeri şeyler olacak. ama biçim farklı ve amaç farklı olduğu için mutlaka değişen bir şeyler olacaktır.

ne diyeyim, yaşayalım ve görelim..

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de