neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Perşembe, Eylül 29, 2005

nereye böyle?

nazan öncel'in nereye böyle diye bir şarkısı var, ilginçtir, neden ilginç olduğunu bilmiyorum ama bana ilginç geliyor yer yer içime dokunması. bazen düşünüyorum da: "bilader, nereye böyle?" .. bazı insanlar kontrollü olmayı severler, ben de severim bazı açılardan, kontrol manyağı olmadan ya da olmaya çalışmadan ya da olmamaya çalışarak. dil enteresan bir lastik, kafatasının içindekileri anlatabilmek için dili iyi kullanmayı bilmek gerekiyor. söz ustası olmak gerekiyor. iyi ama bir çok söz ustaları var ki, kafalarının içinde bir şey yok. şimdi burada, şuracıkta içi boş fakat güzel kelime kombinasyonlarına değinmek istemiyorum. görüyorsun ya, kafamın içindeki düşünceler bir bütünlük arzetmiyorlar. oradan, buradan ve şuradan üşüşüp, kafamın içinde dolaşan tilkilerin kuyruklarını birbirine dolaştırıyorlar. insan beyni kendisini ve konumunu tarif edebilmek için bir referans noktasına ihtiyaç duyar. nereye böyle dediğimde kendi kendime düşünüyorum da, nereye sorusunun cevabını verebilecek bir referans noktam yok halihazırda. tarih tekerrürden mi ibaret nedir?

Pazar, Eylül 18, 2005

bir gece, oylesine.

bugün pazar. uyandığımda günün yarısı çoktan bitmişti. son iki haftadır pazar günlerim hiç olmadığı kadar değişik bir biçimde geçiyor. kimseyi görmeden, kimseyle konuşmadan kendi kendime geçiriyorum pazar günlerini. bir kaç telefon görüşmesi, bir kaç internet görüşmesi, yalnız başına yenen iştahsız yemekler ve belki yan semte kadar bile uzanmayan bir kaç sokaklık bir yürüyüş. yürümeyi seviyorum. Oruç Aruoba da seviyor galiba. türk dil kurumuna inat, cümlelere büyük harfle başlamayı sevmiyorum. ama dahi anlamındaki 'de' ekini ayrı yazmayı seviyorum. ama bazen ayirsam mi ayirmasam mi karar veremiyorum. bugün de yürüdüm, dolaştım, bir kaç küçük ihtiyaç cümlesinden başka konuşmadım. mesela; "borcum nedir?", "evet.", "teşekkürler." .. tabi şunun şurasında ilginç bir tecrübe. bundan önce, henüz evde ikamet ederken, okuldan ayrılmanın verdiği bir yalnızlık duygusuna kapılmıştım. ortak bir amaç için birarada bulunan tanıdığım bir sürü insan vardı. evet, hiç bir zaman kendimi oraya ait hissetmemiştim ama olsundu. zira ben kendimi hiç bir yere ait hissedemedim doğru dürüst. biraz istanbul'u kanıksayabildim. bak, bak, istanbul yazarken kesme işareti kullandım gördün mü? istanbul'u çok seviyorum ve bunu bir gün, daha doğru ve daha gerçek bir şekilde ifade edeceğim. ama bunun için çok çalışmam lazım. bu şehrin en güzel yanı arafta oluşudur. başka hiç bir şey değil istanbul'u bu kadar büyülü ve güzel yapan. hani Gail vardı hatırlıyor musun? işte ben onun neden taksiden fırlayıp koşmaya başladığını biliyorum. ama sorma sakın "neden, neden?" diye. çünkü sana verilebilecek bir cevabım yok. sadece onun hissettiklerini biliyorum. o kadar. burada şunu farkediyor olabilirsin. kelimelerle değil, hislerle de değil. böyle garip bir biliş durumu. kelime formuna sokulamamış düşünceler ve tabii ki hisleri de içeren ama kesinlikle tamamiyle hislerden müteşekkil olduğunu söyleyemeyeceğim bir şekil ve şemalde biliyorum. o taksiden çıkmayıp ne yapılabilirdi? bilmiyorum. işte o taksiden çıkmıyorum ben. neler olacak göreceğiz. kendi başına, bir kendiyle dolaşan başkaları ne yaparlar bilmiyorum ama ben çevrede bulunanları incelemek ve düşünmek dışında pek bir şey yapmıyorum dolaşırken. neden düşündüğümü ve tam olarak ne düşündüğümü de bilmiyorum doğrusu. ama kafamın içinde hissettiğim genel durum, dişleri çıkmadan önce dişetleri kaşınan bir bebeğin dişetlerindeki o kaşıntı, o tatlı kaşıntı kıvamında. kafamın içinde beynim kaşınıyor. ama buradan ne çıkar, sulanan beynim patlayıp akar mı, yoksa başka bir şey mi çıkar bilmiyorum. ve bugün dolaşırken iki yeni kitap aldım kendime. çok kalın olmamalarına ve uzun zamandır okumak istediğim kitaplar olmalarına özen gösterdim. hem çantamda taşıyabilmek istiyorum, hem de okurken hasret duyduğum bir kitabı hissetmek istiyorum. sonra güzel bir çay içtim, fevkalade bir rayihası vardı insanın içine işleyen. aslında kitap ile çayın sırası ters olacak, önce çay içtim, sonra kitap aldım. neyse işte çok mu önemli sanki sırası? olabilir. o sırada beklenmedik bir olay olsa, tanıdık ve samimi bir yüze rastlasam, o da benim yoluma az biraz ışık tutsa, kelebek etkisi kadar hayatımı etkilese ne güzel olurdu. yemek yedikten sonra da mekanıma geri döndüm her tilki gibi. burası kürkçü dükkanı değilse de kürklü bir kedi var beni bekleyen hiç değilse. yazarken ellerime bakıyor. onun ben yazarken ellerime bakması, konuşurken dikkatle gözlerime ve dudaklarıma bakan, dinlemeyi bilen güzel insanları hatırlatıyor bana. bahçedeydim, şimdi içeri girdim, yukarı komşunun "neden saçların beyazlamış arkadaş" muhabbeti bana göre değildi çünkü. görüyorsan ya, karışığım bugünlerde ben. bu karışıklıklarımı ütülemeye çalışıyorum. anlatmak istiyorum bir yanda da.. bunun şununla alakası var mı bilmiyorum. anlatmak için yaşamıyorum. fakat içimde ve dışımda, bir bütün olarak ben'in yaşadıklarını anlatmak istiyorum. anlayacak insanlar istiyorum. bazen umutsuzluğa kapılıyorum. ait insanlar bana göre değiller çünkü. ve şöyle bir bakınca etrafa neredeyse herkes aitmiş gibi geliyor. şimdilik daha fazla yazmayacağım. bilerek ve isteyerek hiç paragraf koymadım. öylece yazdım. işinize gelirse efendim, böyle işte!

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de