neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..

Pazartesi, Eylül 25, 2006

kaç yüz?

kısa süreli bulunduğu ecnebi memleketlerinde gördüğü her bir dişi insanı yatak odasına götürmek için kolundan çekiştirecek kadar pişkin ve dahi arsız birinin kendi memleketine dönünce evleneceği kutsal bakirenin örtünmesini istemesi nasıl bir iki yüzlülüktür, kaç yüzlülüktür? buyrun, isterseniz buradan yakın.

Cumartesi, Eylül 23, 2006

göre göre

arabayla uzun yolda ortalama bir süratte seyrederken öndeki aracın arka tekerinden fırlayan bir taş sizin arabanızın ön camına doğru hızla ilerlerken yapabileceğiniz pek bir şey yoktur. sadece izlemekle yetinilebilir. bu bir kaç saniyelik kontrolsüz ve kaçışı olmayan sahneyi tekrarlamanın yolu var mıdır? olsa; bu heyecanı yeniden yaşamak ister misiniz?

Perşembe, Eylül 21, 2006

beş kere beş

-v for vendetta filmini seyretmediyseniz okumamanız daha iyi olabilir?-


voila! in view, a humble vaudevillian veteran, cast vicariously as both victim and villain by the vicissitudes of fate. this visage, no mere veneer of vanity, is it vestige of the vox populi, now vacant, vanished. however, this valorous visitation of a by-gone vexation, stands vivified, and has vowed to vanquish these venal and virulent vermin vanguarding vice and vouchsafing the violently vicious and voracious violation of volition. the only verdict is vengeance; a vendetta, held as a votive, not in vain, for the value and veracity of such shall one day vindicate the vigilant and the virtuous. verily, this vichyssoise of verbiage veers most verbose so let me simply add that it's my very good honor to meet you, and you may call me v.

Salı, Eylül 05, 2006

kartpostal


postcrossing'de portekiz'e gönderdiğim ilk karpostala mukabil, bana gönderilen ilk kart elime ulaştı. taa finlandiya'dan geldi :)

Cumartesi, Eylül 02, 2006

eylül


kouyou 8307
Originally uploaded by rosewhisper2006.
eylül'ün gelmesiyle beraber, hemen daha ilk günden hava karardı, yağmur aldı her yanı. sabah uyanınca kış sabahlarındaki gibi, içeri ışık dolmayan bir sabahla karşılaşıyorum artık. mevsimler üzerindeki yargılarımı gözden geçirmem gerektiğini hissettirdi bu bana. şimdiye kadar bana sorsanız en çok hangi mevsimi seversin diye, en çok ilkbaharı, sonra da yazı severim diyecektim. ama şimdi düşünüyorum da, sonbahar diyebilirim belki. yaprakların uçuştuğu, gözü yormayan bir sarı ve kahverenginin her yere hakim olmaya başladığı eylül neler getirecek acaba bana, bize, hepimize? dünya tarihi için pek mühim hadiseler olmasa bile ve tarih kitapları beni yazmıyor olsa da, kişisel tarihimin kitabında büyük başlıklarla anılacak bu ay.

eylül güzel geliyor bana şimdilerde. belki gelecekte bir kızım olursa ismini eylül koyabilirim. cama vuran yağmur damlalarını da sever belki. oturup konuşabiliriz şehrin ışıklarını seyrederken damlaların camda yarattığı her bir büyütecin içinden. hem öyle güneşi bol bulan yaz ayları gibi şımarık da değil üstelik. ağırbaşlı, vakur. gözlerinin içinde bir parça hüzün dahi var. leonard cohen'in dance me to the end of love'da baktığı gibi hani.

yazayım bunları diye aklımda tuttuklarımı unuttum bu arada. kendimi ifade etmek için yazmaktan başka yapabileceğim fazla bir şey yok. beste yapabilmeyi, piyano çalabilmeyi isterdim mesela. dur durak bilmeksizin çalmak bazen. kimi zaman coşmak ve coşturmak, kimi zaman diplerde sürüklemek için. resim de yapabilmek isterdim. belki bakınca bir şeyler 'his'settirebilirdim. halbuki yazı oldukça 'akıl'cı. beyinden yüreğe doğru yönlenen harfler kombinasyonu yaratmak gerekiyor, tıpkı bir dna sarmalı gibi. ama işte görüldüğü üzere, beceremiyorum şu sıra. tabi yakıt ikmali yapıldı, onun için oturdum yazıyorum sandınız değil mi? hayır, henüz değil.

--

madem 'o' senin, yani onun dediğine göre, senin olmalı, e sen de evlen o zaman onun'la...

Bil-sen-de

Pardus... Özgürlük Için...

Firefox 2

Bazen Okurum

Dinle-sen-de