deniz işte, bildiğin deniz.
hep vapur, hep vapur. evet; çok biniyorum vapura. ve ne çok haşır neşir oluyorum denizle, hem düşümde, hem düşüncemde. bazen bir kelimeye, bazen kelimenin temsil ettiğine mi aşık olunur? adına ilişki, aşk, sevda denmeyecek bir şey geldi aklıma eski zamanlara dair.
kılıçları şimşek gibi çakıyor, her alevinde bir moğol'un yıldızı sönüyor. hemen yanıbaşımda, yarım metre ötemde oturan çocuk karşısında oturan arkadaşına okuyor bu cümleyi ve ekliyor: ne müthiş bir deyim değil mi, aslında edebiyatı kuvvetli bir yazar bu. yaşı küçük sayılmaz, üniversite öğrencisi olmalı. tarihi roman okuyor olmalı. kim söndürüyor moğol yıldızlarını? halbuki her yıldız etrafındaki gezegenler için bir hayat kaynağı değil mi? o vakit niye söndürüyorsunuz yıldızları kuzum? hiç düşünmez misiniz o sönen yıldızlarla birlikte sönen el değmemiş hayatları? her bir ana dua etmez mi eve dönüşteki gibi: Allah ayağını taşa değdirmesin! hayata dair iç burkan detaylar bunlar. yine mevzuyu öksüz bırakıp zıplayıverdim buralara.
eski zamanlardan bahsediyordum, ne ilişki ne de aşk denebilecek bir hissiyatın kapısını aralamaya çalışıyorum. hiç bir söz söylenmemiş, hiç bir niyet serdedilmemişken deniz üzerine bir kaç laf söylenmişti. hani benim şimdilerde söylediğim gibi. gece karanlığında denizlerin derinlerinde kim bilir neler yaşandığından, karşı kıyının ışıklarından... şimdi arasam bile bulunmaz o laflar. sonra gecenin içinden bir 'kelime' geldi ve ardından suskunluk. sordu, bozdum mu büyüyü, deniz büyüsüydü bozulan. herkes bilmez deniz büyüsünü... sustu beriki, sesi çıkamadı. neden sonra hafifçe konuştu, belli belirsiz, böylece kalsın burada, ne eksik, ne fazla. sahiden kaldı öylece. zamanın içinde bir yerlerde, donakaldı. büyüyü bozdum mu diyen, öyle naif ve dahi öylesine şefkat dolu bir sevgi sundu ki diğerine. suskunluğunun içinde susamasın diye çizilen kalbinden damlayan kanı ikram etti, tavşan kanı diyerek. donakalanın üstünü örttü. sonra da bir çorba pişirdi yurdun üstünde tüten en son ocakta. tuzluğu bulamayınca da ağlayıverdi üzerine.
böyle işte, vapur yanaşırken iskeleye bozulur deniz büyüsü. sorar çaycı: bozdum mu büyüyü? halbuki büyüyü bozan, iskele babasının kafasına geçirilen halattır. bağlanınca halat sıkı sıkı, çaycının şaşkın bakışları arasında, toz mavisi büyü dağılır vapur yolcularının üzerinden.