oradasın.
degerli 81.****.39.163, saygılarımı sunuyorum.
neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. ama belki benimle ilgili bazı şeyleri, yazacağım bir kaç kelimeyi merak edenler olur..
{ | nereye gidilir: ben kendim, kimim? || ne yazmışım? || sayfanın dibinde ne var? || rss abonelik | } |
tr
1. (isim) yüksek rütbeli adam, itibarlı kimse
2. en yüksek düzeyde İspanyol ya da Portekiz soylusu.
en
1. (noun) A man of elevated rank or station; a nobleman.
2. In Spain, a nobleman of the first rank, who may be covered in the king's presence. a nobleman of highest rank in Spain or Portugal.
günler geçer. neden bilmiyorum, noktadan sonra büyük harf yazmamak konusunda bir takıntım var. rahatsız ediyor beni noktadan sonraki büyük harfler. ne yani, cümlenin ilk harfisin diye diğerlerine yüksekten bakmanın hiç bir anlamı yok bence. hele bazıları çok arsız. mesela T şunda ki duruşa bakın hele. kollarını açmış bir külhanbeyi gibi. P var bir de, sanki kafa atacakmış gibi duruyor. cümle içinde eşitlik istiyorum. tabi bir de özel isimler var. hayatımızın her alanına tecavüz eden özel insanlar gibi. mesela adam politikacıdır, görevi bize hizmet etmektir ama o geçeceği için yollar açılır. ne garip değil mi? ama yine de özel isimlere cümle içinde müsamaha gösteriyorum. kendilerine eklenecek olanları ayrı yazıyorum çoğu zaman. ama eğer yeterince özel olmadığına karar verirsem yine o kadar saygılı olmuyorum. bu durumda şöyle bir şey söylenebilir: bu durumda koskocaman bir kuralsızlık ortaya çıkmıyor mu? yahu kural mı var sanki? hem olsa ne olacak? yazı nedir? bakalım ailemizin ansiklopedisi ne diyor:
Yazı, konuşma dışındaki muhabereye imkan sağlayan belli manalara sahip işaret ve şekillerden meydana gelmiş insan gözüne hitap eden ifade vasıtası. Şekil ve işaretler taş, metal, papirüs, kağıt üzerine çizilir. Yazı yalnız insanlara mahsus bir muhabere cinsidir. Hayvanların çoğu sesle birbiriyle anlaşırlar. Fakat hiçbir hayvan yazı yazamaz ve okuyamaz.yani büyük harf yazdığımda anlaşamıyor muyuz? pek âlâ anlaşıyoruz. o zaman sorun yok demektir. aslında bu konu üzerinde daha fazla düşünmek isterdim ama yazmaya başlarken bunları yazmayı planlamıyordum, onun için şimdilik geçiyorum.
tr
1. z. kimse ile görüştürülmeyerek (hapiste), kimseyle haberleşemeyen, kimseyle haberleşmeden.
en
1. without the means or right to communicate; "a prisoner held incommunicado"; "incommunicado political detainees".
blogosferde dolaşırken {sanırım böyle diyorlar ;-) } beyazkarga'ya rastladım, şöyle demiş.. ben bu konu üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. ama şimdi değil. haberlere göre sibirya soğukları geliyormuş. evet, kesinlikle daha soğuk olsun. eskiden, çok eskiden, daha bıcırık bir çocukken, bu şehrin en işlek ve bildiğim kadarıyla en uzun caddesi üzerinde çiftleşen iki sokak köpeğinin üzerine soğuk su döktüklerini görmüştüm. sahiden etkili olmuştu. evet, sibirya soğuklarını istiyorum. zaten romatizmalarım da azdı..
bu kırkıncı yazı, kırkı çıktı yani. ne oluyorsa kırkı çıkınca..
ve sen ölüyorsun yavaş yavaş, her gün daha fazla daha uzağa taşıyorum seni. her ne kadar sen istemesende, bu böyle olacak, yok çünkü başka yolu. gerçi ne kadar uzak desem de, kıyamam, çok da uzağa koyamam ya..
rss denen nimetin faydalarından dilediğimce faydalanamıyor, her gün düzenli olarak ziyaret ettiğim sitelerin çok vaktimi aldığını ya da vaktim olmadığı için ziyaret edemediğimi düşünüyordum. halbuki 'google customized homepage' de eklemis oldugum rss baglantilari guzelce gosteriliyordu. sorun şu ki, yeni ne var diye baktigimda her sey birbirine giriyordu.. rsspopper ilaç gibi geldi. outlook veya outlook express eklentisi olarak kullanılan bu şey sayesinde yeni haberler bir mail gibi geliyorlar, okudugunuz zaman okundu olarak işaretleniyorlar. bir diger gonlumu fetheden ozellik ise ilgili web sayfasinin tamaminin kaydedilmesi oldu. mesela ben altiustu ne yazarsa okuyorum. bu yuzden zaten yazinin bilgisayarima inmesi ve okunmaya hazır nazır beklemesi gayet iyi. aynısı moleschino için de geçerli. ustune ustluk eger silmezsem otomatik olarak arşivlenmiş oluyor. ah ne hoş..
not: bir de türkçe karakterli mi karaktersiz mi yazacağımı netliğe kavuşturabilsem..
zaman geçip gidiyor. tatlı yapmıştım bayramda gelen olursa diye. gülme öyle, ekspress muzlu pudinge bende bir seyler kattım kendimden, mesela çikolata.. çok leziz oldu. ama hepsini kendim yiyeceğim.
kapı çaldı, uyuyordum. yerimden bile kalkmadım. kim olduğunu az çok biliyordum çünkü. kesin bayram gelmiştir.
görünümü değiştirdim, sade olsun istedim ama tam olarak içime sinmedi, belki ileride daha iyi bir şeyler bulurum. bazı biçimsel düzeltmeler de yapmam lazım. mesela aynı yazının içinde farklı fontlar olmaması lazım. onları da sonra yapacağım, uykum geldi zira..
işte yine yazıyorum. kime yazdığım belirsiz, belki de sana.. sakın hep böyle kime olduğu bilinmeyen ne idüğü belirsiz şeyler yazdığımı sanma. eskiden ilk satırında muhatabanın ismi yazılı mektuplarda yazardım. sonraları farkettim ki hiç bir farkı yok ikisinin birbirinden. internet devriminden sonra dilim de bozulmaya başlamış, haberim yok. durup dururken cümleler devrik oluyorlar. halbuki devrilmiş devrik takıntısı olanlardan da değilim..gelmezler.. gelmedikleri yetmezmiş gibi gitmişler de.. derimi soyup cıplak bırakmışlar beni.. Hayır birazcık ısınsam hayata minnettar kalıcam.
dedim ya, ilk satıra isim yazdığım da oldu. ama gelmediler. sadece geldiklerini sanmışım ben, hepsi buymuş. üstelik gitmişler de.. bir başıma, savunmasız ve yanlız bırakıvermişler. evet, tek istediğim biraz ısınmak, iyi ama kombinin düğmesini saat yönünde çevirmek gibi değil..
tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum, bir zaman geldi ve 'default' verilenlerden başka birilerinin yanımda olmasını istedim. hani oruç aruoba'nın dediği gibi, kendi olarak gelen. olmayabilecekken olan. evet tam olarak istediğim şey buydu. sonra ne oldu? olmadı. şimdi düşündüm de, sanki çok şey istemişim gibi. sormak lazım yazara, sen gördün mü bu muradına eren? evirip çeviriyorum, bir karara varamıyorum. olabilir de.. yani belki. iki insan böylesi güzel bir anlayış çerçevesinde buluşabilirler..
benim sorunum ne? anlamıyorum işte kendimi. şuraya oturup iki kelam etmek istedim. sabahtan beri aklımın içinde bin tane tilki dolaşıyor. anlıyor musun? doğru dürüst çalışamıyorum bile. ama şimdi burada otururken yazamıyorum işte. ben eskiden böyle değildim inan. inanamıyorum kendime.
bak mesela, gündüz aklıma düşenlerden birini anlatayım şimdi: {orada mısın hala?} konuşmak istiyorum ama dinleyenim yok. evet, evet, yok! nasıl yani? şu anda telefonu kaldırıp arasam elbet birileri gelir dinlemeye. gerçi telefonu kaldımak deyimi ve fiili ortadan kalkalı çok oldu ya mühim değil, mühim olan insanlık. ama geldiğinde, gelenin gözünde, sözünde, özünde az buçuk "zor günler geçiriyorsun, hepsi geçer" kıvamında bir teselli cümlesi görürsem kızarım ben. kafası bunun gelip geçici olmadığını almıyorsa ne yapabilirim ki? çok şey mi istiyorum? kaliteli empati istiyorum. konuşmanın sonuna doğru kaybolmayan empati. evet çok şey istiyorum. bunu yapmak kaybolmayan sakız yapmak kadar kolay bir şey değil. kabul ediyorum değil. bir de empati profesyonelleri var, biliyor musun? ahaha, onlar pek komikler, hiç bir sorumluluk üstlenmeyen empati profesyonelleri. var ya, siz az biraz şu empatiyi profesyonel mesleğinizin dışında kullansanız ne güzel olurdu. anlıyorum, az buçuk haklısınız, size de okulda vurdumduymaz {sahiden birleşik mi yazılıyordu?} olmayı, olayların içine girmemeyi öğrettiler değil mi? tamam, bunu da kabul edelim, herkes girdapların içinde dönemez. herkes empati yapamaz, herkes sevemez, herkes.. ya ne iş yapar bu insanlar? evet sayın profesyonel, çok kızıyorum size. ama sesimi duyuramayacağım kadar uzaktasınız. öyle uzaktasınız ki. yüzyüze konuşurken bile siz hala mesleğinizi icra etmekle meşgulsünüz. kim bilir acaba gençliğinizde devrimci 'takıldınız' mı sizde? ne oldu, sonra vaz mı geçtiniz? bal tutan parmağını yalar. bal çok mu lezzetli geldi? yo yo, yanlış anlamayın, heyecanlı, devrimcilere yeni katılmış bir genç filan değilim. hani böylesi devrim fraksiyonlarına da {ne olduğunu bilmediğim bir kelime kullandım, annem kızar mı?} karışmadım. sadece kendi çapımda düşünüyorum da, yani yanlış bir şeyler yok mu sizce de? açık açık söyleyeyim, sizin gibilere kızgınım. size duman'dan bir şarkı armağan etmek isterim:
Kayıp gençlik deyip geçme bak
Hiç olmazsa biz dönek değiliz
yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, kutlu olsun herkesee.. böyle miydi o çocuklugumuzda ki garip şarkı?
bir de nilüfer var, şöyle diyor: Dünya dönüyor sen ne dersen de
Yıllar geçiyor farketmesen de
Değişmiş gördüm bu defa seni
Dertler yıpratmış o şen sesini
Gülen gözlerin gülemez olmuş
Güzel yüzüne çizgiler dolmuş
Ne kadar oldu görüşmeyeli
Eski yaralar depreşmeyeli
Farkında mıydın nasıl da sana
Ben bir zamanlar boşver aldırma
Anladım ki biz eski biz değiliz
O günler geçmiş biz bu gündeyiz
Belki bu gece varmaz sabaha
Oldu olacak doldur bir daha
Sen ne dersen de
Değmez bu dünya
Yıllar geçermiş geçsin
Ruhumuz genç ya
aynı nilüfer başka bir albümde şunları da diyor: Neler çektik
Neler gördük
Sanki kimin umrunda
Tek doğrucu biz mi kaldık
Yalan dolu dünyada
Bitmeyen tükenmeyen kavgalar
Kim kazandı sonunda aman aman
Kim bilir kaç kere başa döndük
Sebepsiz yarışlarda
Düzen böyle hiç söylenme
Üzülme asla aman aman
Böyle gelmiş böyle gitmez
Değişir dünya
Sevgilerden iz kalmamış
Geçip giden zamanda
Sevdaların bütün yükü
Sevenlerin omzunda
Ayrılıklar demirden birer
Halkadır boynumuzda aman aman
Ömrümüz acılara demlenir
Yılanlar koynumuzda
bunları hissediyorum işte.. biraz da uykum var, öğle yemeğindeki mantı fazla geldi sanırım.