akış
yazı dünyasında düşünce akışı diye bir teknik varmış. tam ismi bu olmayabilir, bilmiyorum. noktasız, virgülsüz yazıyormuşsun paragraf başlarından âzâde bir biçimde. sonra bunu okuyorlarmış. düşündüm, öyle yazacak olsam, önce kendim okuyamam ki. okunabilirliği sağlayan minimum işaretleme bulunmalı metnin üzerinde. gerçi yazı üzerine teknik kullanımı ne kadar sağlıklı bilmiyorum. hani insanın içinden geldiği gibi yazması gerektiğini düşünenlerdenim ya, o yüzden tekniklere falan inanasım gelmiyor. bazen acaba yazı gerçekten sanat mı, diye düşündüğüm bile oluyor. tabi şimdi sanat nedir, ne içindir falan gibi tartışmalara girmek istemiyorum. hem onlar da benim alanıma girmiyorlar. üç veya dört okuma seansıyla elif şafak'ın baba ve piç 'ini bitirdim. geçen cumartesi 200 sayfa birden okudum. evet, akıcı bir dil var. kalan 70 küsûr {böyle mi yazılır acaba?} sayfayı da pazar günü bitirdim. sonuç: hayalkırıklığı. kötü diyemem elbet. lâkin sadık bir okuyucu olarak eski tadı alamadım. çeviri olduğu için diyeceğim fakat kendisi televizyonlarda boy gösterip
devam-iki saat sonra-
evet, ne diyordum, kendisi televizyonlarda boy gösterip Araf'tan daha fazla türkçe metinle ilgilendiğini söylememiş miydi? bu durumda ya yazar kendini tekrar ediyor ya da yazardan daha hızlı ilerlediğimiz için okur olarak tatmin olmuyoruz. bir de sanki anlatılmak istenen çok fazla konu var da hepsini anlatmak zorundaymış gibi, yeterince irdeleyemeden birbirini kovalayan konular. sanıyorum beşpeşe'deki elif şafak bölümü bile daha kaliteliydi. beşpeşe'yi dikkate aldım çünkü hatırladığım kadarıyla yazarın orjinal dili türkçe olan son eseriydi. sonra, pazar günü nasıl da gezip tozduğumu anlatmalıyım. erken denebilecek bir saatte kalkıp ofise geldim. hayır canım, çalışmak için değil. genç insanlara bilgisayar bilimlerinin temelleri üzerine küçük bir brifing verdim. sonra spor salonuna, oradan alışverişe. tutku'nun kahvelisi çıkmış. gayet nefis, markette tadınca üç paket birden aldım. bir pakette limonlu aldım. limonlunun tadına henüz bakmış değilim. içi kremalı bisküvi pazarında ülker daha eski olmasına rağmen (bkz: biskrem) eti geriden gelip geçti. şahsi kanaatim ülker yanlış dolgu malzemeleri seçti. evet elmalı biskrem de güzeldi ama kahveli veya çikolatalı tutku nerdeee, biskrem nerde. sanki ülker aynı yanlışı canpare'de de yapmış gibi, hindistan cevizli canpare pek cazip gelmedi. evet, kötü değil ama hani bir daha almak için can atmıyorum. işin özü tutkularınızın esiri olmayın ya da olun, bilemeyeceğim. beni sorarsanız, ben oldum galiba zaten. sonra, daha sonra, alışverişten sonra, ff'le buluştuk. pek âlâ vakit gecirdik. insanların iliskileri ele alış bişimlerini konusup üzüldük, samimiyetten ve sadelikten yana tavir koyduk. zorlayarak, iteleyerek bugün ilerlemeyenin yarın hiç yürümeyeceğini konuştuk. katmer yedik, kahve içtik. kahve falımda günlük sıkıntılarımdan başka içimin ferah olduğu çıktı, sonra paketler geliyordu, kocaman kocaman. az önce ff aradı, hadi erken çık görüşelim dedi. bende işlerimi toparlayayım iyisi mi hemen. şimdilik bu kadar işte.
2 yorum:
Eti cikolata konusundada bir harika. Şu cikolata keyiflerinden bahsediyorum. Önceden yurtdışından gelirdi öyle fındıklı ve taze çikolatalar. Eti Eti Eti... Tek kelimeyle mükemmel. Bu durumu kendilerinede bildirmek istiyordum. Bu çikolataları yerken keyif almaktan öteye geçiyorum diye ;) ehe
stream of consciousness
Yorum Gönder