dörtotuzyedi
dört otuzu yedi. şunun suretine bak hele, yapamaz mı sence de? bence yapar. halbuki bir de biri düşün. başı öne eğik mütevazı. üç de olabilir, güleryüzlü. gün sabaha dönüyor ama ben yazmak istiyorum. bu hayra mı alamet? gözlerim de yanıyor üstelik. bu kadar çok bilgisayar kullanmamalıyım sanırım. nereye gidiyoruz yahu? bir saniye! kaç kişiyiz ki biz dedim ben? evet, bugün geri tuşunu kullanmadan yazıyorum. aslında pek çok defalar öyle yapmışımdır ama sanırım ilk defa böylesi önceden verilmiş bir karar. ilginç olan ne biliyor musun? her ne kadar yazmak istiyorsam da her an bırakabilirim gibi geliyor. bu nasıl bir tezat sence? hatırlıyor musun, daha önce buraya yazdıklarımın keskin bir şekilde muhatabı olmadığını yazmıştım. bilmiyorum o zaman ne hissetmiştin ama şimdi şunu merak ediyorum: artık belirli bir muhatabım olduğunu söylesem nasıl hissedersin? üstüne mi alınırsın yoksa üstüne almaz mısın? mesela aziz nesin türk milletinin belli bir kesiminin aptal olduğunu söylediğinde hiç kimse kendini aptal zümreye dahil etmemişti. peki şimdi sen kendini hangi zümreye dahil edeceksin? okuyucu olmak ilginç bir tecrübe, uzun zamandır sadece okuduğumdan biliyorum. ama yazmak da en az onun kadar ilginç. dahası biraz da farklı. bak hala da eklerini yazarken endişeliyim. halbuki daha önceki, hemen yakınlardaki bir yazımda imlâyı pek önemsemediğimi de yazmıştım. ama garip bir şekilde da yı önemsiyorum. sence toplumsal baskının bir sonucu olarak bu kadar önemsiyorum da'yı ? ah kimbilir? asıl eğlenceli kısmı da burada başlıyor işte: hiç birimiz hiç bir zaman bilemeyeceğiz. bir yazar şöyle diyordu mealen: ".............. hiç bir zaman sona, varış noktasına ulaşamayan bir yolculuktur, zaten onu ............ yapan da budur." evet, hiç birimiz bilemeyeceğiz hiç bir zaman ve hep bilmek için çaba sarfedeceğiz bilemeyecek olduğumuzu bildiğimiz halde. kusura bakma, şu sıra çok yoğunum, araştırıp orjinal metni yazamıyorum. bak şimdi şu parça çalıyor:
Where The Wild Roses Grow
They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day
From the first day I saw her I knew she was the one
As she stared in my eyes and smiled
For her lips were the colour of the roses
They grew down the river, all bloody and wild
When he knocked on my door and entered the room
My trembling subsided in his sure embrace
He would be my first man, and with a careful hand
He wiped the tears that ran down my face
On the second day I brought her a flower
She was more beautiful than any woman I'd seen
I said, 'Do you know where the wild roses grow
So sweet and scarlet and free?'
On the second day he came with a single rose
Said: 'Will you give me your loss and your sorrow?'
I nodded my head, as I lied on the bed
He said, 'If I show you the roses will you follow?'
On the third day he took me to the river
He showed me the roses and we kissed
And the last thing I heard was a muttered word
As he stood smiling above me with a rock in his fist
On the last day I took her where the wild roses grow
And she lay on the bank, the wind light as a thief
As I kissed her goodbye, I said, 'All beauty must die'
And lent down and planted a rose between her teeth
bir şarkı söylemem gerekirse sanırım bu şarkıyı söylemem, çünkü benim gibi biri için çok iddialı olur, belki sesimin kumaşı yakın bir renkte olsa denerdim. ama değil işte bir şekilde. artık kısmet mi dersin, talihsizlik mi dersin sen bilirsin. o kadarına ben karışmam. şimdi şarkı değişti, bak şu çalıyor:
ben bugün yarin bağına girdim...
ay benim canım, bir hoşum bugün
tomurcuk güllere de ellerim sürdüm
baygınım canım kokladım bugün
kara gözünde çok şey okudum
ozanım bugün, şairim bugün
bunca ömrümü boşa geçirdim
sorma be canım pişmanım bugün
aşğım, sevda çölünden geçtim..
kerem im bugün, ferhat ım bugün
kendimden geçtim de aşkına düştüm
dokunma canım hastayım bugün...
şimdi yine şarkı değişti ama hepsini yazarsam olmaz ki, hem müzik bu, yazmakla nasıl hissettirilir ki? ama bak belki bu şarkıyı belki çalışırsam biraz söyleyebilirim. ama biraz.
bir de şöyle bir şey var mesela. bilmiyorum, bilmiyorum. olabilir mi? ne diyeyim sana? bak şoyle de bir şey var:
"evet azizim! ben hayallerin arkasina gizlenmis olan hayaletleri ariyorum. ne yazik ki bulamiyorum. tam olarak 'bulamiyorum' demek de yanlis. bunu nasil anlatacagimi bilmiyorum. ilmi gerceklere kimsenin bir sey demeye hakki yoktur. yalniz, bir hakikatin varligi diger bir hakikatin varligina engel olmaz."ee, bir de "context" meselesi var aklımda. neyi anlatacağımı şaşırdım azizim. iyisi mi şimdilik burada bırakmak. böylece dağınık kalsın. müsait bir zamanda gelir toparlarım. kal sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder