gerçeklik
merhaba, en son ne zaman konuşmuştuk? evet, biraz oldu değil mi? olur bazen böyle. bazen konuşasım gelmez. gelse de onları bir araya toplayıp ifade etmeyi beceremem. düşündüklerimi yazan bir cihaz olsa çok iyi olabilirdi. ama bu hayal hiç yaratıcı olmadı. muhtemelen bunu hayal eden pek kişi zaten vardır. yazan değil de, çeşitli biçimlerde düşüncelerimi ifade etmeme imkan sağlayan bir şeyler olsa güzel olabilirdi. yeri geldiğinde çizerek, yeri geldiğinde notalardan yardım alarak.. olabilemez mi? yine saçmalamalardayım. saat ikibuçuk. takvimle uğraşmam gerekiyor. sikkelerle uğraşmam gerekiyor. mesela içinde yaşadığımız zamanın göstergesi olan takvimi programladığımda zamanı değiştiriyor olsam ne ilginç olurdu değil mi? yaptığım yanlışlar sonucunda hayattan bazı günleri çıkarmış olurdum. hali hazırdaki sorun şu: ayın ilk günü cumartesiye denk geliyorsa ve o ay 31 gün çekiyorsa, son günü takvimde gösteremiyorum. yeni farkettiğim bir hata bu. tam olarak nedenini bilmiyorum. ama öyle. mesela bu gerçekleşmiş olsa pek çok pazartesi hayatımızdan çıkacaktı. üstelik pazar ile salı arasında bir boşluk olacaktı. pause edilmiş bir film gibi mi kalacaktık yani? belki de zaten dona kalıyoruzdur bazen ama haberimiz bile yoktur. az önce pause edilmiş dedim ya, aklıma takıldı. türkçesi gelmedi değil aklıma, duraklatılmış da diyebilirdim. ama düşünsene, duraklatılmış (!) istenen anlamı vermiyor, çok zorlama duruyor. hayatın içinde pek kullanmadığım için her yeni şey kadar mı garip görünüyor acaba? sen ne düşünüyorsun? işin garibi sen pek konuşmuyorsun, halbuki düşüncelerini aktarman için bir yorum bölümü var.
mtlda'nın canı vapur çekmiş, onu okuyunca aklıma şu geldi. Vapur diyince Şirket-i Hayriye hatırlanmazsa olur mu? ayrıca şu sıralar karaköy vapur iskelesinde geçmişten günümüze vapur modelleri sergisi var. yirmi sekiz şubata kadar görülebilecek. sen gittin mi dersen, henüz gidip göremedim, ama bu hafta sonu gidip görmeyi düşünüyorum. mesela yarın olabilir. tam şimdi mart ayına da sarkacak olan bir vapur etkinliği daha var ama onu söylemeyeceğim. evet, bencillik edip kendime saklayacağım, bir itirazın mı var? yok değil mi, ben de öyle tahmin etmiştim.
sen hiç gerçekle olan bağlantının azaldığını hissettin mi? ne bileyim, şu gecenin saatinde ben öyle hissediyorum. sebebini sorma sakın, ben de bilmiyorum çünkü. aklıma yine aylak adam geliyor. neyi arıyordu bay c? tutamak sorunuydu tüm mesele. tamam, kabul ediyorum, hayat, uğruna çaba sarfedildikçe keyifli. ve keyfini çıkarmak gerek. iyi ama çabalarken elin kolun saçma sapan yerlere çarpıyorsa? hani bazen rüyanda bir şeye vurursun da, o sırada gerçekten elini oracıkta bulunan bir şeye vurur, incitir, hatta parçalarsın ya, onun gibi. aa, bu nereden geldi aklıma? bilmiyorum. artık oyun istemiyorum. bunu net olarak sana anlatabilmem lazım. ne dersin, anlamak için çaba gösterecek misin? her kimsen sen, anlamaya çalışman lazım ya da sağ üstteki çarpı işaretine basıp gitmen lazım. oyun istemiyorum derken ne demek istiyorum? bunu sen bana sorarken ben de kendime soruyorum. iletişim kurarken dolaylı yollardan bir şeyleri ima etmek istemiyorum mesela. direkt ve net olarak, söylemek istediğim şeyi söylemek istiyorum. hani bazen karşımızdakine ağır geleceğini düşündüğümüzde dolaylı olarak, alıştıra alıştıra anlatırız ya. neden? üzülmesin diye. neden? anlayabilsin diye. halbuki, biriyle konuşurken ona düşüncelerimi yalın olarak anlatma hakkına sahip olmalıyım. bu noktada nezaket kurallarının çok iki yüzlü olduğunu düşünüyorum. nezaket adına çokları yalan söylüyor.
- bak şöyle bir şey yazdım, sence nasıl?
+ hımm, fena değil ama şöyle şöyle olsa daha iyi olmaz mı?
- hayır öyle olmaz ben böyle yazmak istiyorum.
+ olabilir, bence yine de şunu da düşün.
- hıh!
mesela şöyle dense olmaz mı? beğenmedim, bok gibi olmuş, sen hiç mi türkçe dersi görmedin? evet bazen ben kendi yazdıklarım için böyle diyorum. ama şimdiye kadar kimse bunu söylemedi. olumlu yorum da yapmadıklarına göre genel itibariyle beğenmiyor insanlar yazdıklarımı, iyi ama zaten beğensinler diye yazmıyorum ki. ben sadece kusuyorum. becerebildiğim ölçüde. neyse, konuyu dallandıracağım galiba yine. söylesene, sence de bu nezaket denen şey uğruna iki yüzlü olmuyor muyuz? bir de mesela çarptırarak anlatma meselesi var. pazarlık edeceksindir, anlatırsın şöyle, böyle diye. adam gider alakasız bir konuda örnekler verir, orada burada gezdirir. ya bak kardeşim, beğeniyorsan böyle, beğenmiyorsan gideyim diyemezsin, mecburen oyuna katılırsın, gezdirdiği alemleri gezersin, verdiği örneklere hiç değilse aynı ölçüde başka örneklerle cevap verirsin. gezip gelirsin, bakarsın adam hala anlamamış, eh be kardeşim! aslında anlamamak değil. bazı insanlar her durumda istedikleri olsun diye direterek sonuca ulaşabileceklerini düşünüyorlar. çok ilginç. mesela basit bir örnek, bazı şirketler şoförlerine karşı oldukça katıdır ve trafik cezalarını üç kuruşluk maaşına rağmen adama ödetirler. bunun sonucunda ne olur? ya adam işten çıkar ya da bir dahaki sefere cezayı alır çöpe atar. çok zaman sonra araba satılırken kaskatı şirketin başına patlar cezalar. ne yani, iş mi bu? bu mudur senin yönetim anlayışın. olmaz olsun. diyebilirsin ki, adam sorumsuz, yanlış yere park ediyor, hız yapıyor, daha sorumlu davransın. ama bunun yolu bu değil üzgünüm. bunu kavraman gerekiyor. ve artık öğrenmen gerekiyor, her zaman her şey senin istediğin gibi yürümeyebilir.
bak yine yazamıyorum, iyisi mi boş vereyim, sonra umarım..
vapurlar güzeldir ama, evet film yıldızı gibi bile hissedebilirsin kendini. istanbul'lu olduğunu hatırlarsın. yeni çağın türlü oyunlarına tümüyle kendini kaptırmadığını filan bile düşünebilirsin vapurda..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder